Ruhsal hastalıklar, psikopatolojik belirtilerin birey üzerindeki etkileri, ruhsal hastalığa sahip bireyin toplum içinde damgalanması ve damgalamanın getirdiği olumsuz yaşantılar nedeniyle travmatik ...yaşam olayları arasında yer almaktadır. Travmatik yaşam olayları, bireyde olumlu ve olumsuz değişimlere neden olabilir. Travma sonrası büyüme kavramı, travmatik yaşam olaylarından sonra görülebilecek olumlu değişimler için kullanılır. Psikoz tanılı bireylerde yapılan çalışmalarda, ruhsal hastalık tanısından sonra büyüme gösterebilecekleri sonucuna ulaşılmıştır. Ruhsal hastalık tanısı alan bireylerin bakımını üstlenen ve onlarla klinikte sürekli birlikte olan psikiyatri hemşirelerinin bireylerin travma sonrası büyümesine katkı sağlayabilecekleri düşünülmektedir. Psikiyatri hemşireleri, bireyin sorunlarla baş etme, değişme ve gelişme gücü olduğuna ve hastalık durumunun bireyin gelişimi için bir fırsat olduğuna inanır. Bu bağlamda psikiyatri hemşireleri ruhsal hastalık tanısı alan bireylerin yaşadıkları durum ile ilgili duygu ve düşüncelerini paylaşarak, bu deneyimden anlam çıkarmalarını sağlayarak, duruma ilişkin yanlış inançlarını düzelterek ve bakımını bu yönde sürdürerek, travma sonrası büyümeye katkıda bulunabilir.
Amaç: Dissosiyatif belirtiler, şizofreni de dahil olmak üzere pek çok psikiyatrik hastalıkla beraber görülür ve sıklıkla öncesinde travmatik bir deneyim mevcuttur. Bu çalışmayla Şizofreni tanılı ...hastalar’da çocukluk çağı travmasının sıklığı ve dissosiyatif yaşantılarla ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: DSM-IV tanı kriterlerine göre şizofreni tanısı alan 40 kadın, 40 erkek olmak üzere 80 hasta ile görüşülmüştür. Çalışmaya dahil edilen hastalar; sosyodemografik veri formu, SCID-I ölçeği, çocukluk çağı travma ölçeği (CTQ-28), dissosiyatif yaşantılar ölçeği (DES), DES takson ölçeği (DES-Takson), Calgary şizofrenide depresyon ölçeği (CŞDÖ), dissosiyatif bozukluklar görüşme formu (DDIS) ile değerlendirilmişlerdir.Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastalar çocukluk çağı travması olan ve olmayan şeklinde iki gruba ayrıldı. Çocukluk çağı travmasına maruz kalan grup ile maruz kalmayan grup karşılaştırıldığında sosyodemografik veriler açısından anlamlı bir farklılık saptanmadı. Hastalığa ilişkin veriler ile de travma yaşantısı arasında anlamlı bir ilişki gözlenmedi. Travma yaşantısı ile depresyon ve borderline kişilik özellikleri varlığı özellikle ilişkili bulundu, yaşanan travma türlerinden ise duygusal kötüye kullanım varlığı, çocukluk çağı travma ölçeği (CTQ-28) toplam skorundan sonra dissosiyatif yaşantıların varlığı ve depresyon ile en ilişkiliydi.Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre şizofreni tanılı hastalarda psikiyatrik muayene içinde rutin travma öyküsü sorulması önem arz etmektedir.
Purpose: The iam os this study was to search for frequency of childhood trauma in schizophrenics linking the relationship of depression and dissosiciative experience.Materials and Methods: 80 patients (40 male-40 female) were interviewed according to the DSM-IV Patients were evaluated according to the sociodemographic data form, SCID-I form, Childhood Trauma Questionaire (CTQ-28), Dissosiative Experiences Scale (DES), Taxon form of the scale (DES-Taxon), Calgary Depression Scale for Schizophrenia (CDSS) and Dissociative Disorders Interview Scale (DDIS).Results: Patients were divided into 2 groups as who have and who do not have childhood trauma. There was no significant difference between the groups in terms of sociodemographic data. There was also no significant relationship between illness related data of schizophrenia and the trauma experience. İt is specifically observed that trauma experience has relation with depression and borderline personality. The existence of emotional abuse is the most correlated trauma type with dissociative experience and depression after total score in childhood trauma questionaire.Conclusion: It is important to ask for a history of trauma in routine psychiatric examination in patients with schizophrenia.
Çocukların büyürken karşılaştıkları stresli yaşam olaylar, onların zihinsel, duygusal ve fiziksel gelişimleri üzerinde kalıcı ve uzun süreli etkilere sahiptir. İstismar, kaotik aile yapısı içinde ...büyümek, aile içi şiddet, kayıp, doğal afetler, terör, savaş ve mülteci olma durumu bu stresli yaşam olayları arasında yer almaktadır. Çocuğun yaşı, mizacı, psikolojik dayanıklılığı, ailenin desteği ve travmayla ne şekilde başa çıktıkları gibi çeşitli etmenler, bu yaşantıların çocuğu ne şekilde etkileyeceğinin ve travma semptomlarının belirleyicilerindendir. Her çocuk travmatik olayı kendisine özgü bir şekilde anlamlandırır. Travma yaşantısı ile terapiye gelen değerlendirilirken, risk faktörleri, çocuğun gelişimsel seviyesi ve işleyişi aile merkezli bir yaklaşımla, bütüncül ve çok yönlü bir şekilde ele alınmalıdır. Çocuğun istismarı ile sonuçlanabilecek her türlü durumu çok yönlü anlamak için ebeveyn çocuk ilişkisini şekillendiren ailevi, kültürel, sosyoekonomik ve toplumsal faktörlerin dikkate alındığı sosyal psikolojik bir yaklaşım önemlidir.
Goodyear-Brown (2010; 2019) tarafından geliştirilen TravmaOyun, oyunun kolaylaştırıcı gücünü kullanarak çocuğun gelişimine duyarlı bir yaklaşım sunmaktadır. Terapist çocuk için güvenli bir üs görevi görür ve çocuk, terapist ile iyileştirici bir ilişkiyi deneyimler.
Bir yetişkinle istikrarlı, güvenli bir ilişkinin merkezindeki hassas ve dikkatle zamanlanmış müdahaleler yoluyla, travma yaşamış çocuklar, yalnızlığa, terk edilmiş olma, kayıp, kötü muameleye ilişkin duygularını iyileştirir. Travmatik yaşantının zehirleyici etkisinden arınma sağlanıp, semptomların kontrol altına alınmasıyla, terapistin sağladığı güvenli alan sayesinde, çocuğun geleceğe dair umutları geliştirilir.
Full text
Available for:
IZUM, KILJ, NUK, ODKLJ, PILJ, PNG, SAZU, UL, UM, UPUK
Aim: Distal femur fractures can be treated with modern anatomic plates and nails. This study aimed to examine the clinical and radiological results of displaced distal femur fractures in adult people ...who had been treated with a retrograde intramedullary nail (RIN).
Material and Methods: The study included all patients who underwent RIN surgery for distal femur fracture between January 2013 and April 2018 in a level 3 trauma center. Patients were divided into two groups based on fracture pattern: open fracture and closed fracture. The preoperative and postoperative clinical, radiological and functional characteristics of patients who had RIN for a distal femur fracture were analyzed.
Results: Thirty patients were included in the study. 21 (70%) patients were male. The median age of the patients was 39 (range, 18-58) years. 17 (56.7%) of the affected femur were left-sided. The etiology of the fractures was traffic accident and fall in 19 (63.3%) patients and gunshot injury in 11 (36.7%) patients. Of the patients, 17 (56.7%) were closed fractures and 13 (43.3%) were open fractures. There were no significant differences between two groups related to the surgery time (p=0.086), fluoroscopy time (p=0.805), blood loss (p=0.967), and hospitalization time (p=0.967), clinical pain and function scores (p=0.341, p=0.902), and union time (p=0.385) at the postoperative period.
Conclusion: RIN is a minimally invasive method that may prevent excessive blood loss and decrease the duration of surgery time. It is an effective and reliable surgical intervention that should be considered for the treatment of distal femur fractures.
Amaç: Distal femur kırıkları modern anatomik plak ve çiviler ile tedavi edilebilmektedir. Bu çalışmanın amacı retrograd intramedüller çivi (RİÇ) ile tedavi edilen erişkin kişilerde deplase distal femur kırıklarının klinik ve radyolojik sonuçlarının incelenmesidir.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya, Ocak 2013 ile Nisan 2018 arasında 3. seviye bir travma merkezinde distal femur kırığı nedeniyle RİÇ ameliyatı geçiren tüm hastalar dahil edildi. Hastalar kırık paternine göre açık kırık ve kapalı kırık olmak üzere iki gruba ayrıldı. Distal femur kırığı nedeniyle RİÇ tedavisi yapılan hastaların ameliyat süreci ve ameliyat sonrası dönemdeki klinik, radyolojik ve fonksiyonel özellikleri analiz edildi.
Bulgular: Çalışmaya 30 hasta dahil edildi. 21 (%70) hasta erkekti. Hastaların ortanca yaşı 39 (aralık, 18-58) yıl idi. Etkilenen femurların 17 (%56,7)'si sol taraflıydı. Kırık etiyolojisi 19 (%63,3) hastada trafik kazası ve düşme, 11 (%36,7) hastada ise ateşli silah yaralanmasıydı. Hastaların 17 (%56,7)'si kapalı kırık, 13 (%43,3)'ü açık kırıktı. İki grup arasında ameliyat süresi (p=0,086), floroskopi süresi (p=0,805), kan kaybı (p=0,967) açısından ve ameliyat sonrası dönemde hastanede yatış süresi (p=0,967), klinik ağrı ve fonksiyon skoru (p=0,341; p=0,902) ve kaynama zamanı (p=0,385) açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
Sonuç: RIN fazla kan kaybını engelleyen ve ameliyat süresini de kısaltabilen minimal invaziv bir cerrahi yöntemdir. Distal femur kırıklarının tedavisinde akla getirilmesi gereken etkili ve güvenilir bir cerrahi seçenektir.
Full text
Available for:
IZUM, KILJ, NUK, PILJ, PNG, SAZU, UL, UM, UPUK
Amaç: Açık apeksli bir dişin farklı materyallerle yapılan endodontik tedavisi sonrasında oluşabilecek ikincil bir travmanın dişin hangi bölgesinde ve ne kadar yoğunlukta stres oluşturacağını sonlu ...elemanlar yöntemi kullanarak belirlemektir. Aynı zamanda meydana gelen stres yoğunluklarının kullanılan kök kanal dolum materyaline göre değişip değişmeyeceği ve ideal kök kanal dolum materyalinin dişi travmaya karşı daha dayanıklı hale getirebileceği konusunda fikir sahibi olmaktır.
Gereç Ve Yöntemler: Çalışmamızda kök ucu açık santral dişin 3 boyutlu doku modeli oluşturularak 4 farklı diş grubu oluşturuldu. Grup 1; Sağlıklı diş modeli, grup 2; MTA ile kanal dolumu yapılmış diş modeli, grup 3; Biodentin ile kanal dolumu yapılmış diş modeli, grup 4; Güta-perka ile kanal dolumu yapılmış diş modeli olarak simüle edildi. Sonlu elemanlar analizi kullanılarak, gruplara 100 N, 500 N ve 800 N’luk kuvvetler horizontal, oblik ve vertikal yönlerde uygulandı. Uygulanan kuvvetler sonucunda diş dokularında meydana gelen von Mises stres ve deformasyon miktarları değerlendirildi.
Bulgular: Vertikal kuvvetler karşısında en dayanıklı dişin, MTA uygulanmış diş olduğu bulundu. Dişte oluşan stres miktarları değerlendirildiğinde, MTA’nın kullanılan diğer materyallere göre dişi travmatik kuvvetlere karşı daha dayanıklı hale getirdiği görüldü. Horizontal ve oblik kuvvetlerde Biodentin’in dişi fraktür riskine karşı yeterince güçlendirmediği görülürken, vertikal kuvvetlerde iyi sonuçlar göstermiştir.
Sonuç: Horizontal ve oblik kuvvetler uygulandığında ortaya çıkan sonuç, fraktüre en dayanıklı grubun sağlıklı diş grubu olduğudur.
Introduction: The most common injury resulting from blunt chest trauma is a rib fracture (25%) which is usually visible on radiographs. However, radiographs sometimes cannot show fractures, ...especially those in cartilage, unless they're densely calcified. The present study aimed to investigate the role of ultrasonography (US) in detecting rib fractures with minor blunt chest trauma and comparing its success with posteroanterior (PA) chest radiography.Methods: Patients with minor blunt chest trauma who had previously undergone US and radiography to assess suspected rib fractures, between June 2017– March 2019, were included. Radiography was obtained in the PA projection. US was performed by a radiologist who identified fractures by the disruption of the anterior margin of the rib on the US. The incidence and location of the fractures detected by US and radiography were then compared.Results: Totally 126 patients were included in the study. Ninety-eight patients (78%) were admitted to the hospital for the first time, and 28 patients (22%) for the second time (they previously admitted to the other hospitals and were evaluated as ‘normal’ by radiography). A total of 108 fractures ( in 79 patients (63%) ) were detected based on radiography and US examination, while 47 patients (37%) had no diagnostic evidence of fracture. All fractures were correctly detected by ultrasonography (100%), whereas radiography revealed 16 fractures (14.81%). A statistically significant difference in diagnostic capability was found between patients diagnosed by radiography and US (p=0.001).Conclusion: Ultrasonographic imaging is significantly superior to radiography in terms of accuracy in diagnosing rib fractures. Ultrasound was found to be significantly superior to radiography regardless of trauma site, localization, and location. Even though some rib areas are inaccessible on ultrasonographic evaluation, rapid evaluation of the most affected areas is most effective with ultrasonography when it comes to minor energy chest trauma. For this reason, the US increases the accuracy of diagnosis in minor chest traumas and rib fractures and decreases the repetitive referral of patients to health institutions by reducing the missed diagnosis.Keywords: Rib fractures, thoracic injuries, trauma, ultrasonography, radiography
Giriş: Minör enerjili künt göğüs travması sonrası meydana gelen en yaygın yaralanma, genellikle kaburga kırığıdır (%25) ve genellikle teşhis için radyografik görüntüleme kullanılır. Bununla birlikte, radyografiler bazen, özellikle kıkırdaktaki kırıkları olmak üzere veya yoğun bir şekilde kalsifiye olmadıkça kırıkları gösteremezler. Bu çalışmadaki amaç minör künt göğüs travmalı hastalarda kaburga kırıklarını saptamada ultrasonografinin (US) rolünü araştırıp değerlendirmek ve başarısını posteroanterior (PA) akciğer grafisi ile karşılaştırmaktı.Yöntem: Çalışmamızda, Haziran 2017 ve Mart 2019 tarihleri arasında travma sonrası şüpheli kaburga kırıklarını değerlendirmek adına daha önce hem US hem de radyografi uygulanmış minör künt göğüs travması olan hastalar dahil edilmiştir. Hastaların tamamına PA projeksiyonunda radyografi çekildi. US çekimi, kaburga kırıklarını ve bütünlüğünü değerlendirme ve tanımlamada uzman bir radyolog tarafından yapıldı. Daha sonra US çekimi ile saptanan ve radyografi ile saptanan kırıkların insidansı, özellikleri ve lokalizasyon bilgileri karşılaştırıldı.Bulgular: Mevcut çalışmaya toplam 126 hasta dahil edildi. Hastalar arasında 98 hasta (%78) ilk kez, 28 hasta (%22) ise ikinci kez hastaneye başvurmuş olduğu bilgisi tespit edildi (bu hastaların daha önce başka hastanelere başvurmuş olduğu ve radyografik değerlendirme ile 'normal, sağlıklı' olarak değerlendirilmiş ve taburcu edilmiş olduğu tespit edilmiştir). Radyografi ve US incelemeye göre toplam 108 kırık tespit edilmiştir (tamamı 79 hastada (%63)), 47 hastada ise (%37) tanı konulan kırık bulgusu yoktu. Ultrasonografi ile tüm kırıklar (%100) doğru tespit edilirken, radyografide 16 kırık (%14,81) tespit edildi. Radyografi ve US ile tanı konulan hastalar arasında tanısal yetenek açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p=0,011).Sonuç: Kaburga kırıkları teşhisinde, ultrasonografik çekim, doğruluk açısından radyografiden önemli ölçüde üstündür. Ultrasonografi travma bölgesinden, lokalizasyon ve yerleşiminden bağımsız olarak radyografiye göre anlamlı üstün bulunmuştur. Ultrasonografik değerlendirmede bazı kaburga alanlarının erişilemeyeceği gerçeğine rağmen, söz konusu minör enerjili göğüs travması olduğunda, en çok etkilenen bölgelerin hızlı bir şekilde değerlendirilmesi en etkili olarak ultrasonografi ile olmaktadır. Bu nedenle US, minör göğüs travmalarında kot kırıklarında tanı doğruluğunu arttırır ve tanı atlanmasını azaltarak da hastaların sağlık kuruluşlarına tekrar tekrar başvurularını azaltmış olur.Anahtar kelimeler: Kaburga kırıkları, toraks travmaları, travma, ultrasonografi, radyografi
Disasters of natural origin, man-made and technological disasters are one of the current issues that always exist in our lives. Disasters are frequently heard on the world agenda and their negative ...effects on society are discussed. Recently, the Covid-19 epidemic has been on the agenda of the whole world as a global disaster and its effects are still ongoing. The unexpected, sudden, uncontrollable nature of disasters and their threatening to our lives are accepted as a traumatic experience with the effect of psychological destruction. In addition to meeting the basic physical needs of people who have experienced the disaster and are trying to hold on to life after the disaster, psychosocial interventions also have an important place in terms of mental health services. The purpose of this review; It is to explain the psychosocial interventions that can be applied in the emergency periods of disasters and for people who have experienced the disaster.
Doğal kaynaklı, insan eliyle gerçekleştirilen ve teknolojik yolla oluşan afetler hayatımızda hep var olan güncel konulardan biridir. Afetleri dünya gündeminde çok sık duyulmakta ve toplum üzerinde oluşturduğu olumsuz etkileri konuşulmaktadır. Son zamanlarda ise Covid-19 salgını tüm dünyanın gündeminde küresel bir afet olarak yer almakta ve etkileri halen sürmektedir. Afetlerin beklenmedik, ani, kontrol edilemez oluşu ve yaşamımızda bir tehdit oluşturması ruhsal bir yıkım etkisiyle beraber travmatik yaşantı olarak kabul edilmektedir. Afet sonrası afeti yaşamış ve hayata tutunmaya çalışan kişilerin temel fiziksel ihtiyaçlarının karşılanmasının yanı sıra psikososyal müdahalelerde bulunulması da ruh sağlığı hizmetleri açısından önemli bir yere sahiptir. Bu derlemenin amacı; afetlerin acil dönemlerinde ve afeti yaşayan kişilere yönelik uygulanabilecek psikososyal müdahalelerin açıklanmasıdır.
Tetikleyici kavramı, travma yaşamış kişilerde kişiyi zihninde travmanın yaşandığı anın anısına geri götüren uyaranları ifade eder. Eğitim ortamlarında, travma yaşantısı olan kişileri bu uyaranların ...ortaya çıkarabileceği olumsuz deneyimlerden korumak ya da bu uyaranlara maruz kalıp kalmamak konusunda karar noktasında kontrol sahibi olabilmelerini kolaylaştırmak adına tetikleyici uyarılarının kullanılması gerektiği öne sürülmektedir. Bu çalışmada tetikleyici uyarılarıyla ilgili alan yazın ve tartışmalar örneklerle incelenmiştir. Yapılan incelemede “tetikleyici uyarıları” üzerine oluşan literatürde “tetikleyici” ve “travma” kavramlarının psikoloji literatüründe kullanıldığından daha farklı ve daha geniş bir anlamda kullandığı görülmüştür. Alandaki az sayıda görgül çalışma incelenmiştir. Bu çalışmanın amacı Türkçe yazılı materyal üreten ve eğitim veren kurumları ve kişileri kavramla tanıştırmak ve ileride yapılabilecek yerel görgül çalışmalar için zemin hazırlamaktır.
Sosyal hizmet meslek ve disiplini bireyin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içerisinde olmasını amaçlarken, odağına en nihayetinde insanı koymaktadır. Önemli bir psikolojik sorun ...olan Travma Sonrası Stres Bozukluğu, bireyin iyi olma haline bireyin iyi olma haline zarar vermekte ve sosyal yaşama başka problemler ekleyebilmektedir. Tam da bu düzlemde bilgi, beceri ve değer temelleri üzerinde yükselen sosyal hizmet mesleğinin önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Bu çalışmada TSSB’nin doğuşuna ve literatürdeki serüvenine yer verilmekte ve TSSB tanısı almış müracaatçılar ile sosyal hizmetin buluşması sosyal hizmet araştırmaları ışığında tartışmaktadır.
Amaç: Bu çalışmanın amacı psikiyatrik hasta grubu ile psikiyatrik hastalığı olmayan sağlıklı kontrol grubunun yaşadıkları travma şiddetini karşılaştırarak, travmanın benlik saygısı üzerine olan ...etkisini ve benlik saygısının psikiyatrik semptomlarla ilişkisini araştırmaktır.Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Düzce Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’na başvuran psikotik hastalığı olmayan, depresyon, anksiyete bozuklukları, somatoform bozuklukları, obsesif kompulsif bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu olan 100 hasta ile 100 sağlıklı kontrol grubu alındı. Hasta ve kontrol gruplarının sosyodemografik özellikleri kaydedildi. Travma algısının şiddeti Görsel Anolog Skala (VAS) ile değerlendirildi. Yaşanılan travmayı tespit etmek için Travmatik Yaşantılar Ölçeği (TYÖ), bilişsel durumu belirlemek için Travma Sonrası Bilişler Envanteri (TSBE), benlik saygısı için Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği (RBSÖ) ve psikolojik semptomları belirlemek için Belirti Tarama Listesi (SCL-90R) kullanıldı.Bulgular: Hasta grubunun hem kendilerinin hem de ebeveynlerinin eğitim seviyesi kontrol grubundan düşükken, VAS ise yüksek bulundu. RBSÖ açısından benlik saygısı, anne-baba ilgisi ve babayla ilişki hasta grubunda kontrol grubuna göre daha düşük iken, eleştiriye duyarlılık, depresif duygulanım, hayalperestlik, psikosomatik belirtiler, kişilerarası ilişkilerde tehdit hissetme ve psikolojik izolasyon yüksek saptandı. Hasta grubunda TYÖ ve TSBE değerleri ve SCL-90R’deki tüm semptomlar hasta grubunda daha fazla idi.Sonuç: Hasta grubunda kontrol grubuna göre travma puanları yüksek benlik saygısı ise düşük bulunmuştur. Hem travmanın kendisi hem de benlik saygısının düşüklüğü psikiyatrik belirtilerin hasta grubunda daha fazla olmasına sebep olmuştur.
Aim: The aim of this study was to investigate effect of trauma on self-esteem and relationship between self-esteem and psychiatric symptoms, by comparing severity of trauma experienced by psychiatric patient group and healthy control group without psychiatric disease.Material and Methods: The study included 100 patients with depression, anxiety disorders, somatoform disorders, obsessive-compulsive disorders, posttraumatic stress disorder and no psychotic disorder, and 100 healthy control groups, applying to Duzce University Faculty of Medicine Department of Psychiatry. Socio-demographic characteristics of the patient and control groups were recorded. The severity of trauma perception was evaluated with Visual Analogue Scale (VAS). Traumatic Experiences Checklist (TEC) for determining experienced trauma, Post-Traumatic Cognitive Inventory (PTCI) for determining cognitive status, Rosenberg Self-Esteem Scale (RSES) for self-esteem, and Symptom Checklist-90 Revised (SCL-90R) for determining psychological symptoms were used.Results: Both the self and parental education levels of patient group was lower than control group, while VAS was found higher. In terms of RSES, self-esteem, parental interest and relationship with father were found lower in the patient group than the control group, while sensitivity to criticism, depressive mood, dreaminess, psychosomatic symptoms, feeling threat in interpersonal relationships and psychological isolation were found high. Both TEC and PTCI scores and all symptoms in SCL-90R were higher in the patient group.Conclusion: In the patient group trauma scores were higher and self-esteem were lower than the control group. Trauma and low self-esteem caused to be higher psychiatric symptoms in the patient group.
Full text
Available for:
IZUM, KILJ, NUK, PILJ, PNG, SAZU, UL, UM, UPUK