Günümüzde mobil cihazların kullanım alanları giderek artmakta, özellikle gençler için mobil telefonlar, yaşamlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir. İletişim fakültesi öğrencileri içinse ...mobil teknolojiler sadece özel hayatlarının vazgeçilmez bir unsuru olmakla kalmamakta, gelecekte yürütecekleri meslekleri bakımından da önemli araçlar halini almaktadır. Zira İnternet’in ve yeni iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimiyle birlikte mobil cihazlar, kamera, ses kayıt cihazı, kurgu bilgisayarı vb. pek çok özelliği içinde barındıran birer mobil medya aracına dönüşmüş, daha önce yüksek maliyet gerektiren içerik üretimi, günümüzde bir mobil telefon ile yapılabilir hale gelmiştir. Yeni medya ile değişen ve dönüşen haber üretim pratiği, sadece mobil telefonla yürütülen ve mobil habercilik olarak adlandırılan yeni iş modelini de ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda İletişim Fakültelerinde verilen yeni medya ve habercilik eğitiminde mobil telefonların doğru bir biçimde kullanımının öğretilmesinin, geleceğin iletişimcilerinin mobil teknolojiyi meslek hayatlarına etkin şekilde dâhil etme imkânı sağlayabilir. Bu çalışmada Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin Yeni Medya ve Habercilik dersi kapsamında deneyimledikleri mobil habercilik pratikleri incelenmiştir.
Bu makalede, Türkiye sinemasının özellikle 1960-1980 arasındaki dönemine egemen olan bölge işletmeciliği üretim tarzı ve bu dönemde öne çıkan Adana Bölgesi İşletmeciliği, sinema sektörünün kültürel, ...politik, kurumsal, endüstriyel belirleyicilerden biri olarak bağlamsal yaklaşımla (contextual approach) çözümlenmeye çalışılacaktır. Türkiye sineması 1960’lı yıllarda, 6 işletme bölgesine ayrılmıştır. Bölge işletmecisi, anlaşmalı olduğu filmlerin kendi bölgesinde dağıtımını üstlenip, işletmeciliğini yapmıştır. Anadolu’da sinemaya artan ilgi bölge işletmeciliğini 60’lı yıllarda yapım aşamasında söz sahibi yapmış, böylece 60’lı yıllarda sinemamızda bölge işletmeciliğine dayanan bir üretim tarzı oluşmuştur. Bölge işletmeciliğinde, işletmeci verdiği avansla yapımcıyı yönlendirmiş; yapımcı bono sistemi ile film üretimini sağlarken, işletmeci de bir sonraki gösterimini garanti altına almıştır. Bölge işletmecileri, seyirci tepki ve beklentilerini yapımcılara ulaştırmış, konu, tür, oyuncu seçimlerinde belirleyici olmuşlardır. Bölge işletmecileri avansına dayalı üretim tarzı, zamanla film sayısında enflasyona neden olmuş, klişeler, şablonlar oluşmuş, kaliteden ödün verilmeye başlanmıştır. 1960- 1980 yılları arasında Türkiye’ye özgü bu film üretim tarzında belirleyici olan bölgelerden biri Adana Bölge İşletmeciliği’dir. Adana bölgesi işletmeciliği 21 ili kapsayan en büyük bölgedir ve İstanbul’daki yapımcılar üzerinde büyük bir etkisi olmuştur. Makalede, Bölge İşletmeciliğinin film üretimindeki yeri, filmlerin öykü yapıları, tür ve yıldız olgusu gibi etmenler üzerindeki belirleyiciliği Adana Bölgesi İşletmeciliği bağlamında tartışılacaktır. Yöntem olarak bağlamsal yaklaşımın yanı sıra sözlü tarih ve arşiv taraması yapılacaktır.
Abstract Objective To investigate the effects of caffeic acid phenethyl ester (CAPE) on tympanosclerosis. Materials and Methods Thirty-two male Sprague Dawley rats were separated into 4 groups as ...CAPE (n=10), alcohol (n=10), control (n=8) and normal (n=4) groups. All tympanic membranes except normal group were myringotomised and type 3 Streptococcus pneumoniae strains was injected into their middle ears. Myringotomies were repeated for 5 weeks. Intraperitoneal (i.p) CAPE were administrated to the CAPE group at 10 μmol/kg/day and 10% ethyl alcohol administrated to the alcohol group for 5 weeks. The control group were left untreated. Findings of myringosclerosis were recorded by otomicroscope at sixth week. Then, all rats were sacrificed and tympanic membrane thickness and severity of middle ear mucosal inflammation evaluated histopathalogically. Results Severity of myringosclerosis was significantly higher in the alcohol and control groups compared to the CAPE group (p<0.001), but was not significant when alcohol and control groups were compared (p=0.17). The tympanic membrane thickness measured in the alcohol and control groups were significantly higher compared to the CAPE group (p<0.001), but was not significant when alcohol and control groups were compared (p=0.17). The severity of inflammation in the middle ear mucosa was significantly higher in the alcohol and control groups compared to the CAPE group (respectively, p<0.001, p=0.03). The severity of inflammation in the middle ear mucosa was not significant between alcohol and control groups (p=0.30). Conclusion CAPE has anti-inflammatory and antioxidant effects on the development of MS in myringotomized rats, so reduces the severity of tympanosclerosis.
Günümüzde mobil cihazların kullanım alanları giderek artmakta, özellikle gençler için mobil telefonlar, yaşamlarının ayrılmaz bir parçası haline gelmektedir. İletişim fakültesi öğrencileri içinse ...mobil teknolojiler sadece özel hayatlarının vazgeçilmez bir unsuru olmakla kalmamakta, gelecekte yürütecekleri meslekleri bakımından da önemli araçlar halini almaktadır. Zira İnternet’in ve yeni iletişim teknolojilerinin hızlı gelişimiyle birlikte mobil cihazlar, kamera, ses kayıt cihazı, kurgu bilgisayarı vb. pek çok özelliği içinde barındıran birer mobil medya aracına dönüşmüş, daha önce yüksek maliyet gerektiren içerik üretimi, günümüzde bir mobil telefon ile yapılabilir hale gelmiştir. Yeni medya ile değişen ve dönüşen haber üretim pratiği, sadece mobil telefonla yürütülen ve mobil habercilik olarak adlandırılan yeni iş modelini de ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda İletişim Fakültelerinde verilen yeni medya ve habercilik eğitiminde mobil telefonların doğru bir biçimde kullanımının öğretilmesinin, geleceğin iletişimcilerinin mobil teknolojiyi meslek hayatlarına etkin şekilde dâhil etme imkânı sağlayabilir. Bu çalışmada Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinin Yeni Medya ve Habercilik dersi kapsamında deneyimledikleri mobil habercilik pratikleri incelenmiştir.
The usage areas of mobile devices are increasing and for students specifically, mobile phones are becoming an inseparable part of their lives. For students of communication faculty, mobile technologies are assumed not only as crucial components of their personal lives but also significant tools for their future profession. Associated with rapid improvement of the Internet and new communication tecnologies, mobile devices transformed into mobile media tools which contain numerous features such a camera, a voice recording device, an editing computer and etc., content generation which used to require a high cost became feasable nowadays through a mobile phone. The changing and transforming practice of news production also concieved a new bussiness model called mobile journalism which can be conducted merely with a mobile phone. In this context, instructing the proper usage of mobile phones for new media and journalism education in communication faculties can provide an opportunity for future communication professionals to include mobile technology efficiently in their careers. This research analysed the practices of mobile journalism experiences of the students from Mersin University Faculty of Communication within the context of New Media and Journalism class.
As in all crisis periods, eyes have turned to both mass media and social media platforms in the period of COVID-19. Misinformation about the spread of the disease, preventive measures and treatment ...methods can leave much deeper effects than the false news seen in other periods and cause the pandemic to spread further and seriously affect public health. Therefore, the COVID-19 pandemic becomes even more dangerous with the fake and false news pandemic, which is effective on a global scale, and the need for news validation activities and the organizations that carry out this process increases. In this study, fact-checking activities carried out by Teyit which continued to work as a member of the International Fact-Checking Network (IFCN) in Turkey, during the pandemi period were discussed. In the study, when compared to the same time period in 2018 in Turkey, the number of suspects examined by Teyit in the first three months of the year 2020 has been shown to increase. In addition, it was determined that the policy category, which ranks first in the questionable content type that has been passed through the fact-checking process, has been replaced by the health category
Tüm kriz dönemlerinde olduğu gibi, COVID-19 salgınında da gözler hem kitle iletişim araçlarına hem de sosyal medya platformlarına çevrilmiştir. Hastalığın yayılması, önleyici tedbirler ve tedavi yöntemleri ile ilgili yanlış bilgiler, salgın öncesi dönemde görülen yanlış haberlerden çok daha derin etkiler bırakabilir ve hastalığın daha da yayılmasına ve halk sağlığını ciddi şekilde etkilemesine neden olabilir. Dolayısıyla küresel ölçekte etkili olan yalan ve yanlış haber salgını ile COVID-19 salgını daha da tehlikeli hale gelmekte ve haber doğrulama faaliyetlerine ve bu süreci yürüten kuruluşlara olan ihtiyaç artmaktadır. Bu çalışmada, Uluslararası Haber Doğrulama Platformu üyesi olarak çalışmalarını sürdüren Teyit’in salgın döneminde Türkiye’de gerçekleştirdiği doğrulama faaliyetleri ele alınmıştır. Çalışmada, Türkiye’de 2018 yılının aynı dönemine kıyasla, 2020 yılının ilk üç ayında Teyit’in sorguladığı şüpheli sayısında artış olduğu görülmüştür. Ayrıca teyit sürecinden geçen şüpheli içerik türünde ilk sırada yer alan politika kategorisinin yerini sağlık kategorisine bıraktığı belirlenmiştir. COVID-19 ile ilgili şüpheli içeriklerin daha çok sosyal medya platformlarında görüldüğü ve Wardle’ın (Wardle, 2017) kategorizasyonuna göre yalan haberlerin yüzde 66’sının tamamen aldatma ve zarar verme amaçlı üretildiği de çalışmada elde edilen bulgular arasındadır.
The recent increase in usage of concepts such as ‘fake news’ or ‘post-truth’ reveals the importance of digital literacy especially on social media. In the digital era, people’s views on different ...topics are attempted to be manipulated with disinformaThe recent increase in usage of concepts such as ‘fake news’ or ‘post-truth’ reveals the importance of digital literacy especially on social media. In the digital era, people’s views on different topics are attempted to be manipulated with disinformation and fake news. Fake content is rapidly replacing the reality among new media users. It is stated with concepts such as ‘filter bubbles’ and ‘echo chambers’ that there is a greater tendency for people to be fed with content that is ideologically appropriate to their own views and to believe in fake news in this content. This article analyzes the structure and functioning of fact-checking organizations in the context of preventing propagation of fake news and improving digital literacy. The research is based on content analysis of verification activities of the fact-checking organization Teyit.org, which is a member of International Fact-Checking Network in Turkey, between January 1 and June 31, 2018. By conducting in-depth interviews with the verification team, propagation of fake news on social networks, fact-checking processes and their methods of combating fake news are revealed. Our article found that fake content spreading specifically through the Internet predominantly consists of political issues.
Purpose
This study aimed to investigate the relationships between the clinical and polysomnographic findings and the olfactory test results in patients with obstructive sleep apnea syndrome (OSAS).
...Methods
Four groups were established: non-snoring controls (group 1), non-apneic snorers (group 2), mild–moderate OSAS (group 3), and severe OSAS (group 4). The polysomnographic findings, otorhinolaryngologic findings, Epworth Sleepiness Scale (ESS), and Sniffin’ Sticks olfactory test results of the four groups were compared. The relationships between the clinical data and the olfactory parameters were evaluated.
Results
Group 4 had the worst odor identification and discrimination scores. Non-apneic snorers also had worse odor parameters compared with the non-snorer controls. A significant negative correlation was found among the ESS, apnea–hypopnea index (AHI), mean arterial oxygen saturation, and odor identification and discrimination. Significant negative correlations were found between the tongue and tongue base sizes and among all olfactory parameters.
Conclusion
Our study revealed olfactory dysfunction in patients with OSAS. A strong negative correlation between the olfactory parameters and the severity of sleep apnea was also found. Olfactory tests may be used to predict the presence and severity of OSAS in the future.
PDF
