Edebiyat beslendiği toplumsal hayata kayıtsız kalamaz. O hayatın rengiyle boyanır, nefesiyle soluklanır. Özellikle şiir türü katmanlı dil yapısıyla hayatta olup bitenlere en net tepkiyi koyan edebi ...türlerden biridir. Dilin imkânlarını sonuna kadar kullanan şiir, insanın elindeki dünyanın kurulu yanlarını anlatırken, onun aradığı ideal dünyaya dair haberler de verir. Bu açıdan şiirde mevcudun kusurlarından doğan bir karamsarlık duygusu ile ideal dünyanın var olduğu inancına dönük ümidi birlikte görmek mümkündür.
Kazak edebiyatının XX. yüzyıl başında yetiştirdiği önemli şairlerinden biri olan Sultanmahmut Torayğırulı şiirlerinde mevcut ve ideali birlikte verir. Yaşadığı dönemde yüzleştiği adaletsizlik, eşitsizlik, eğitimsizlik, yoksulluk gibi gerçeklikleri yüksünmeden dile getiren şair bunu yaparken karamsar bir tablo çizer. Ancak gelecek yani ideal hayatla ilgili beklenti ve betimlemelerinde de oldukça ümitlidir. Torayğırulı, ümit ve karamsarlık kavramlarının diyalektiğinden ortaya çıkan gerilimin okurunu doğru seçimler yapmaya sevk edeceğine inanır. Mevcut gerçekliği anlatırken çizdiği karamsar tablo onun toplumsal hayattaki kusurla yanlara yönelttiği kuvvetli bir itiraz olarak da görülebilir. Nitekim şiir gür sesiyle itiraz için kullanılabilecek en iyi araçlardan biridir. Buna karşılık gelecekteki ideal dünyayı tasvir ederken ortaya koyduğu ümitli tablo da onun okuruna her şeyi düzeltmek için sunduğu bir teklifidir.
Torayğırulı, karamsarlık ve ümit kavramlarını kullanarak Kazak halkının hem dış kaynaklı hem de kendi ihmallerinden doğan sorunların çözümü için çareler arar. Sömürüye, cehalete adaletsizliğe, yoksulluğun bir kader gibi algılanışına şiirlerindeki karamsarlıkla itiraz eder. Bu sorunların her anlamda ortadan kaldırılmasının nasıl mümkün olabileceğini ise şiirlerinde yer verdiği ümit duygusuyla ortaya koymaya çalışır. Bu çalışmada ulaşılan sonuçlar şairin manzumeleri dışında kalan şiirlerinin içerik incelemesini yapılarak elde edilmiştir.
Şiirler, içerisinde doğdukları dönemin düşünce ve duygu dünyasından ‘edebî akım’lar marifetiyle etkilenir. Şiirin hem içeriğini hem tekniğini etkileyen akımlardan biri olan sembolizm XIX. asrın ...sonunda Avrupa’da ortaya çıkar. Bu akımın ortaya çıkışı hisleri yok sayan ve insanı meta noktasına indirgeyen realizme bir tepki olarak değerlendirilebilir.
Modern Kazak edebiyatının kurucularından Mağcan Cumabayulı Rus edebiyatı üzerinden tanıdığı sembolizm akımını şiirlerinde yaygın olarak kullanır. Rus sembolistlerinden etkilenen Cumabayulı, sembolizmi gerçeğe sırtını dönmek için kullanmaz. Bu edebî akım onda kuru bir taklit seviyesinde kalmaz. Şair, sembolizme Kazak edebiyatının karakterine uygun özgün bir hâl kazandırarak gelecek nesillere model olur. Zengin telkin ve çağrışım imkânlarıyla semboller, onun şiirinde gerçeğin okuyucu tarafından tüm boyutlarıyla hissedilmesini sağlar.
Şairin ‘Ot/Ateş, Payğambar/Peygamber, Künşığıs/Doğu’ başlıklı şiirlerinin merkezinde yer alan ‘Doğu’ sadece bir yön adı olarak kullanılmaz. Bu kavram, şair tarafından özgün bir içerikle yeniden inşa edilerek sembolleştirilir. Doğu; şiirlerde kişileştirilerek bir tutumun, duruşun, kültürün, düşüncenin temsilcisi hâline getirilir. Şiirlerde Batı ile temsil edilen ve dünyayı kana bulayan kötülük odaklarına karşılık Doğu, bu kötülük odaklarının bile iyiliği için çaba gösteren bir kültüre sahiptir. Bu kültürün sahipleri, yaşadıkları ataletin sonrasında yeniden dünyaya hizmet etmek için bir merhamet ve aydınlık mücadelesine girişir.
Mağcan, dünyayı kasıp kavuran sömürgeci anlayışı Batı sembolü ile gözler önüne sererken çarenin de tarihi ve kültürü bakımından zulüm ve sömürüye hiç tevessül etmeyen Doğu’da olduğuna işaret eder. Onun şiirlerinde Doğu ile kastedilen yeni kültür coğrafyası daha çok Türk coğrafyasıdır. Tekniği ve içeriği yönüyle Kazak şiirinin modern örneklerinden biri olan üç şiirinde şair, çevresinde olup bitenlere karşı insanî ve millî bir tutum içerisindedir.
Poems are influenced by the world of thought and emotion of the period in which they were born, by means of 'literary movements'. Symbolism, one of the movements affecting both the content and technique of poetry, emerged in Europe at the end of the 19th century.
Magcan Cumabayulı, one of the founders of modern Kazakh literature, widely uses the symbolism movement he knows through Russian literature in his poems. Influenced by Russian symbolists, Cumabayulı does not use symbolism to turn his back on reality. Symbols with rich suggestion and connotation possibilities enable the reader to feel the truth in all its dimensions in his poetry.
'East', which is at the center of the poet's poems titled 'Ot/Fire, Payğambar/Prophet, Künşığıs/East', is not only used as a direction name. This concept is symbolized by the poet by reconstructing it with an original content. East; In poems, it is personified and made the representative of an attitude, stance, culture and thought. In contrast to the evil foci, which are represented by the West in the poems and smear the world with blood, the East has a culture that strives for the good of even these evil foci. The owners of this culture embark on a struggle of compassion and enlightenment to serve the world again after the inertia they have experienced.
Magcan, while revealing the colonialist understanding that ravaged the world, with the symbol of the West; points out that the solution is in the East, which has never resorted to oppression and exploitation in terms of its history and culture. In his three poems, which are modern examples of Kazakh poetry in terms of techniques and content, the poet has a humane and national attitude towards what is happening around him.
İnsanın olaylar ve
durumlardan oluşan hayatının gerçekleşme sahnesi mekânlardır. Mekânlar bu
anlamda insan hayatının ihtiyaç ve anlayışı doğrultusunda her dönem yeni bir
biçim kazanabilir. Bu ...yenilenme her zaman insanın lehine gerçekleşmez. Kimi
zaman mekânlar insana has değerlerden yoksun bir şekilde düzenlendiği için ona
hem beden hem ruh yönüyle zarar verebilir. Esas olan ise mekânların
yenilenmesinde dinamiğin doğal seyrini takip etmesidir. Kazak hikâyeciliğinin
önemli isimlerinden Marhabat Baygut ‘Geyikotu’ isimli hikâyesinde bir hayat
sahnesi olması bakımından ‘köy’ ve ‘şehir’ mekânlarını ele alır. Hikâyede doğal
dinamiklerin etkisinde gelişimini sürdüren köyün insan tabiatına etkisi ile
yapay ihtiyaçlar ve çeşitli beşeri müdahalelerle tesis edilen şehrin insan
tabiatına etkisi üzerinde durulur. Yazar, eserin akışına doğrudan müdahale
etmemekle beraber insanı detaylara kafa yorarak düşünmesini sağlamaya çalışır.
The scene of the realization of human life, consisting of events and
situations, are spaces. In this sense, spaces can acquire a new form in every
period in line with the needs and understanding of human life. This renewal
does not always occur in favor of man. Sometimes spaces can be harmed by both
body and soul as they are arranged without human values. The main thing is to
follow the natural course of dynamics in the renovation of spaces. Marhabat
Baygut, one of the important names of Kazakh storytelling, deals with ‘village’
and ‘city’ places in terms of his life scene in his story called Geyikotu. The
story focuses on the effects of the village on human nature, which continues to
develop under the influence of natural dynamics, and on the effects of city on
human nature established through artificial needs and various human
interventions. Although the author does not intervene directly in the flow of
the work, he tries to make people think with details.
Bireyler ve toplumlar için en temel ihtiyaçlardan biri
‘tanıma’dır. Tanıma bireyin ya da toplumun ‘kendi’ varlığına dönük sorgulamalar
yoluyla gerçekleşirse ortaya çıkan verilerden elde edilen ...sonuçlar bireysel
veya kolektif kimliği oluşturur. Bu kimliklerden özellikle kolektif kimlik daha
çok temelinde etnik ve milli bağların bulunduğu bir kültür zemininde toplumun
aidiyet arayışının neticesinde oluşturulmakta ve diğer kolektif kimliklerden
bir ayrışmayı da içermektedir. Bu anlamda toplumun ‘kendi’ dışında kalan
‘öteki’ kolektif kimliklere bakışı da ‘imaj’ı oluşturmaktadır.
Kimlik oluşum süreci, toplumlar için uzun bir zamanda
gerçekleşmektedir. Kimliğin ortaya konmasında toplumlar objektif esaslardan
hareket etme çabasındadır. Buna karşılık tanımı yapan yine toplumun kendisi
olduğu için ‘kimlik’ belirli ölçüde sübjektif bir özellik gösterir. İmaj ise
karşı toplum konusundaki önyargı, stereotip ve klişelerden hareketle
oluşturulur. Yazılı metinler içerisinde özellikle romanlar; kolektif kimlik ve
imaj üretmek, yaymak için en ideal araçlardır. Yazar anlatı türündeki
metinlerde; kahramanlar, olaylar üzerinden eserin ait olduğu ve en çok ilişki
kurduğu toplumla ilgili oldukça zengin kimlik ve imaj unsurları paylaşır.
Modern Kazak edebiyatının usta yazarlarından Beksultan
Nurjekeulı’nın 2016 yılında tarihi vesikalardan da faydalanarak yazdığı ‘Ey,
Dünya Ey!’ isimli romanı Kazak Türklerinin 20. asrın hemen başından sonuna
kadar yaşadığı yetmiş beş yıllık sürede özellikle Ruslar’la nasıl mücadele
ettiğini anlatmaktadır. Bu çalışmada, anılan eserde bir kolektif kimlik biçimi
olarak ‘Kazak kimliği’nin nasıl ele alındığı, bu kimliğin biçimlenmesine ciddi
ölçüde etki eden ‘Rus imajı’nın esere nasıl yansıdığı açıklanmaya
çalışılacaktır.
Identification is the main necessity for both individuals and societies. If identification
comes true by the way of individual’s or society’s examining themselves, the results acquired by emergent ...datas create invidual or collective identity. Among these identities, especially collective identity is formed on a cultural ground which essentially has ethnic and national bonds. This identity is formed as a result of society’s seeking of belonging and includes disintegration from other collective identities. In this sense, society’s view of ‘other’ collective identities except for their own forms ‘image’. Process of identity formation takes a long time for societies. Societies effort to act through objective essences in revealing identity. On the contrary, identity noticeably has subjective property as the society itself makes the definition. ‘Image’ is formed by looking prejudice, stereotype and cliches about opposite society. Written texts and especially novels are ideal means for producing and spreading collective identity and image. In narrative texts, auther shares rich identity and image elements by means of characters and events, related to society which the work belongs to and has many contacts with.
Türk
dünyası edebiyat birikiminin Kazak coğrafyasında şiirleriyle dikkati çeken
Şakerim Kudayberdiulı ideal sahibi, düşünen bir şairdir. O şiirlerinde sadece
mensubu olduğu millete değil tüm ...insanlığa faydalı olabilecek şeyleri bizzat
kavramaya, kavrayabildiklerini de birinci elden okuru ile paylaşmaya çabalar.
Onun şiirlerinde düşünme fiili çoğu zaman oluş hâlinde verilir. Yine bu
şiirlerde bireyin ihtiyaç ve menfaatlerine karşılık gelen, geçici ve
derinliksiz; toplumun faydasına hizmet eden, ahlak hâlini almış, derinlikli
olmak üzere iki farklı düşünme fiiline dikkat çekilir. Şair okuyucularını, bu
iki düşünme biçimi arasında ideal olduğuna inandığı şekilde bir düşünme
yeteneği kazandırmak için uğraşır.
Kazak
coğrafyasında eğitim, millî birlik ve doğru din anlayışı konusunda yaşanan
sıkıntılar sebebiyle ideal düşünme biçiminden uzaklaşıldığını düşünen
Kudayberdiulı, geleceği kurtarmak için bu düşünce şeklinin yeniden kazanılması
gerektiğine inanır. Çünkü ona göre adalet, doğruluk, özgürlük ve hak
kavramlarının hem teorik hem de pratik olarak bireyin ve toplumun hayatında
yerleşik hâle gelebilmesi bu düşünce biçiminin kazanılmasıyla mümkün olacaktır.
Drawing attention with his poems of the Turkic
literature accumulation in the Kazakh geography; Sakerim Kudayberdiuli is an
idealist and a philosopher poet. In his poems, he endeavors to comprehend the
things that can be beneficial not only to his nation, but to the whole humanity
and to share his comprehension with the readers at first hand. In the poems,
the act of thinking is often given as an occurrence. Also, these poems draw
attention to two different acts of thinking, one of which is a temporary and
shallow thinking corresponding to individual’s needs and benefits and the other
one is a deep thinking serving the benefits of society in the form of morality.
The poet strives to give his readers the ability to think in a way between
these two ways of thinking that he believes to be ideal.
Kudayberdiuli
believes that this way of thinking should be regained in order to save the
future because of the difficulties in education, national unity and the true
religious understanding in the Kazakh geography, which have caused people to
estrange from the ideal way of thinking. Because according to him, the concepts
of justice, righteousness, freedom and right can be established in the life of
individual and society both theoretically and practically only through gaining
this way of thinking.
Hikâye, edebî türler içerisinde en çok tercih edilen kadim türlerden biridir. Hikâye yazarı çevresinde olup bitenlere karşı kayıtsız kalamaz. Eserini oluştururken içerisinde yaşadığı topluma ait ...değerlerin perspektifini kullanır. Kimi hikâye örneklerinde olumlu anlatılara rastlanırken kimi örnekler de ise olumsuz durumların, düşüncelerin, davranışların veya yaşantıların anlatıldığını görmek mümkündür. Hatta aynı anlatı içerisinde hem olumlu hem de olumsuz durumların aktarıldığını görmek mümkündür. Kazak edebiyatında modern anlamdaki hikâye geleneğinin ilk ve önemli isimleri arasında yer alan Mircakıp Duvlatulı, yazı hayatı boyunca on iki hikâye kaleme alır. Hikâyelerinde gündelik hayatın tüm sıcaklığını görmek mümkündür. Onun hikâyelerinde olayların, durumların, düşüncelerin daha çok ironi tekniği üzerinden aktarıldığı ve okura olan bitenin dolaylı bir biçimde gösterildiği söylenebilir. İroninin bir toplumsal eleştiri aracı olarak kullanıldığı on bir hikâye bu çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. Alegorik olarak kaleme alınan tek hikâyesi Akıl ve Rızık çalışmanın ilgi alanına girmemektedir. Duvlatulı hikâyelerinde, ironi sanatının söylenen ile olan arasında ortaya çıkardığı çarpıklıktan doğan söz kudretini çok yetkin bir biçimde kullanır. Özellikle XX. yüzyılın başlarında Kazak toplumunun siyasî, ilmî meseleleri ile değerlerine, toplumsal hayatına dönük eleştirilerini bu tekniği kullanarak kuvvetle ihsas ettirdiği değerlendirmesini yapmak mümkündür. Yazar bilinçli bir biçimde kullandığı ironi tekniği sayesinde okurunu sarsarak bilinçlendirmeyi ve olan bitene karşı gerekli tepkiyi vermesini sağlamaya çalışır.
Bir edebî tür olarak roman toplumsal hayattan beslenir. Toplum hayatının hemen her detayına romanda rastlamak mümkündür. Romanlarda sadece olaylar ve merak ögesi görülmez. Olayları çevreleyen mekâna, ...olayların öznesi olan kahramanlara, olayın başlayıp bittiği zaman parçasına kadar sinen zihniyet de olabildiğince derinlikli bir biçimde görülebilir.
Kazak edebiyatında XX. yüzyılda görülmeye başlayan roman türü modernleşen hayatın izlerini taşır. Bu bakımdan modernleşen sadece edebiyat yapma tekniği değil, edebiyatın beslendiği zihin dünyası ve davranış kalıplarıdır. Toplumsal hayatın çatışmalı alanlarından doğan anlatılar oldukça yeni bir tür olan romanın imkânları içerisinde anlatılmaya çalışılır. Kazak edebiyatının ilk romanları özellikle toplumun kanayan yarası olan kadın meselesi üzerinden eşitlik, aile, inanç, eğitim gibi diğer problem alanlarını tartışır. Bu dönem romanları, toplum sorunlarını çözmeyi hedeflemez. Onları görünür kılmaya odaklanır.
Kazak romancılığının öncü isimlerinden olan Sultanmahmut Torayğırulı, nesirlerini de şairce bir duyuşla kaleme alır. Eserlerinde gerçekçi bir tavır benimseyen yazar, kısa süren ömründe dönemine göre roman türünün başarılı sayılabilecek bir örneğini verir. Çalışmanın sosyal yapı bakımından inceleme konusu olan Kamar Suluv (Güzel Kamer) eserinde ise şiirlerinde de sıklıkla değindiği kadının toplumdaki yeri ve toplumun eğitimli insana bakışı meselesini irdeler. Karakterden daha çok tipler üzerinden gerçekleştirdiği anlatıda halkın en geniş anlamıyla insana bakışını yargılar.
As a literary genre, the novel is nourished by social life. It is possible to come across almost every detail of social life in the novel. Not just events and intrigue; the mentality that permeates the space surrounding the events, the heroes who are the subjects of the events, and the part of the time when the event starts and ends can be seen as deeply as possible in the novels. Events and intrigue are not the only things that matter in the work. The mentality that permeates the place, the heroes and the time of the events can also be seen as deeply as possible in the novels.
The novel type, which started to be seen in Kazakh literature in the 19th century, carries the traces of modernized life. In this respect, it is not only the technique of making literature that has become modern, but the world of mind and behavior patterns in which literature is fed. The narratives arising from the conflicted areas of life are tried to be told within the possibilities of the novel, which is a fairly new genre. The first novels of Kazakh literature discuss other problem areas such as equality, family, belief, education, especially over the bleeding wound of society, the woman issue. The novels of this period are focused on making the problems visible rather than solving them.
Sultanmahmut Toraygırulı, one of the pioneers of Kazakh novelism, also writes his prose with a poetic sense. Adopting a realistic attitude in his works, the author gives a successful example of the novel genre in his short life. In his work, Kamar Suluv examines the place of women in society, which he frequently mentions in his poems, and the society's view of educated people. The narrative, which he carries out through types rather than characters, also judges the public's view of people in the broadest sense.
Edebiyat için mekân oldukça önemlidir. Dahası sadece anlatı metinlerinde değil, şiirlerde de mekân, kimi zaman oldukça hayatî bir rol üstlenir. Türk şiiri kadar, kadim Türk tarihi için de önemli ...mekân imgelerinden biri olan bozkır üzerine yazılan pek çok eser vardır. Şairler bozkırı kendi ruhlarının aynası, hatıralarının haznesi ve hayatlarının meydanı kabul ederek ele alırlar. Esasında imkansızlıklarla dolu bozkır coğrafyası, hayatın tabiatına benzeyen yönleriyle üzerinde yaşayan insanı dirençli ve ideal sahibi kıldığı için şairlerden hep övgü alır.
Türkiye sahasının önemli şairlerinden Ahmet Muhip Dıranas ile Kazak edebiyatının önemli şairlerinden Mukağali Makatayev’in şiirlerinde Türk kültür hayatında önemli bir yere sahip olan bozkıra bakış konusunda anlamlı benzerlikler vardır. Şiir anlayışları konusunda da birbirine yakın olan iki ismin gerçekliğin aksine memleket, yurt, vatan olma niteliğinden dolayı bozkırı ideal ve yaşanılası bir mekân olarak betimleyip anlatması dikkat çekicidir. Yaşadıkları zaman dikkate alındığında her ikisinin de doğdukları ve büyüdükleri tabii çevrenin karşıtı sayılabilecek kentlerde yaşadıkları bilinmektedir. Bozkırı ütopik bir nazarla anlatan her iki şiirde aslında tarihe ve geçmişe dönük bir daüssıla hissiyle kaleme alınır. Şiirlerden hareketle arasına mesafeler girse de Türk coğrafyasın iki ucunda yer alan iki şairin birbiriyle anlaşmış gibi Türk tarihinin karakteristik coğrafyası bozkırı benzer ifadelerle ele alması oldukça önemli ve manidardır.
Space is very important for literature. Space plays a vital role not only in narrative texts but also in poems. There are many works written on the steppe, which is one of the important place images for ancient Turkish history as well as Turkish poetry. The poets treat the steppe as the mirror of their souls, the repository of their memories and the square of their lives. In fact, the steppe geography, which is full of impossibilities, is always praised by the poets because it makes the people living on it resistant and ideal with its aspects similar to the nature of life.
In the poems of Ahmet Muhip Dıranas, one of the important poets of the Turkish field, and Mukağali Makatayev, one of the important poets of Kazakh literature, there are significant similarities in the view of the steppe, which has an important place in Turkish cultural life. It is remarkable that the two names, who are close to each other in terms of their understanding of poetry, describe and describe the steppe as an ideal and livable place due to its nature as a homeland, homeland, homeland, contrary to reality. Considering the time they lived, it is known that both of them live in cities that can be regarded as the opposite of the natural environment in which they were born and grew up. Both poems, which describe the steppe with a utopian perspective, are actually written with a sense of historical and retrospective base. Although there are distances between them based on the poems, it is very important that the two poets at the two ends of the Turkish geography deal with the steppe, the characteristic geography of Turkish history, with similar expressions as if they agreed with each other.