Milletleşme ve millet oluşturma toplamsal bir süreçtir. Bu evre ulus devlet modeline giden önemli bir zemini de teşkil etmektedir. Sosyo-kültürel ve askeri temelli olmak üzere çeşitli yaklaşımlarla ...bu dönüşümün, modern Türk devletinin oluşturulmasında kullanıldığı belirlenebilir.Özellikle üzerinde duracağımız kültürel değişimin bir ayağı olarak sanat ve edebiyat verimleriyle iktidarı kutsayan, ulus mantığını yücelten eserlerin ortaya konulduğu gözlenir. Milli kimliğin bilincini meydana getirmek bunun sonucunda da bireylerin kendilerini bir cemaatin ortak mensubu olarak görmelerini sağlamak amacıyla kaleme alınan edebiyat eserlerinin 19. yüzyılın ulus devletlerini inşa etmekte kullanıldığı görülür.Türkiye’nin ulus devlete geçişini sağlamak amacıyla modern kimliğin yaratımı ve yapılan inkılapların yayılması noktasında romanların “projelendirilmiş toplumun ve insanların kullanım kılavuzu” gibi işlev gördüğü söylenebilir. Bu açıdan sanatçılardan da beklenen yeni düzene destek olmalarıdır. Bu destek olma evresinde hem sistemin hem de sanatçıların üzerinden en fazla durdukları husus çocuklardır. “İdeal Türk çocuğu” algısı büyük ölçüde vatandaşlık temelli olarak yeniden formüle edilmiştir. Gerek yurttaş, müteşebbis; gerekse asker olarak bu çocuklar ailesinin, devletinin ve toplumun en önemli unsurudur.Cumhuriyet’le beraber arzu edilen çocuk algısı, Doğululuktan kurtulmuş, Batının yüksek medeniyet seviyesine çıkma ideali taşıyan, Cumhuriyet değerlerine ve inkılâplarına bağlı, “kurucu/koruyucu Gazi imgesine” sahip çıkan, modernleşme ve kalkınma hedeflerine ulaşma yolunda gayretli bireylerden oluşmaktadır.Bu yeni neslin kamusal mekânları nasıl kullanması gerektiğinden giyim kuşam adabına, görgü kurallarından ahlak algısına, temizlikten medeniliği sağlayan tüm unsurlara kadar her şey belirlenmiştir. Bununla birlikte milli bilinç ve Cumhuriyetçi çocuklar yaratma düşüncesinin bir parçası olarak özellikle eğitim hususu üzerinde durulmuştur. İnsanlığın onurunu zedeleyen cehaletten kurtularak okuyan çocukların öncelikle içinden çıktıkları köyleri aydınlatma düşüncesi ağırlıklı işlenen konulardan olmuştur. Tüm bireyler bütün bu gayretleri bir vazife ve sorumluluk olarak telakki edeceklerdir. Bu doğrultuda ortaya konulan romanlarda da yukarıda saydığımız nitelikleri haiz çocuklar dikkati çekmektedir. Bu eserlerden biri de Muallim Cemal tarafından kaleme alınan Küçük Durmuş’ 1933 tur. Çalışmamızda roman, ulus devlet çizgisinin ideal çocuk algısı açısından incelenmeye çalışılacaktır.
Türk dünyası edebiyat birikiminin Kazak coğrafyasında şiirleriyle dikkati çeken Şakerim Kudayberdiulı ideal sahibi, düşünen bir şairdir. O şiirlerinde sadece mensubu olduğu millete değil tüm ...insanlığa faydalı olabilecek şeyleri bizzat kavramaya, kavrayabildiklerini de birinci elden okuru ile paylaşmaya çabalar. Onun şiirlerinde düşünme fiili çoğu zaman oluş hâlinde verilir. Yine bu şiirlerde bireyin ihtiyaç ve menfaatlerine karşılık gelen, geçici ve derinliksiz; toplumun faydasına hizmet eden, ahlak hâlini almış, derinlikli olmak üzere iki farklı düşünme fiiline dikkat çekilir. Şair okuyucularını, bu iki düşünme biçimi arasında ideal olduğuna inandığı şekilde bir düşünme yeteneği kazandırmak için uğraşır. Kazak coğrafyasında eğitim, millî birlik ve doğru din anlayışı konusunda yaşanan sıkıntılar sebebiyle ideal düşünme biçiminden uzaklaşıldığını düşünen Kudayberdiulı, geleceği kurtarmak için bu düşünce şeklinin yeniden kazanılması gerektiğine inanır. Çünkü ona göre adalet, doğruluk, özgürlük ve hak kavramlarının hem teorik hem de pratik olarak bireyin ve toplumun hayatında yerleşik hâle gelebilmesi bu düşünce biçiminin kazanılmasıyla mümkün olacaktır.
Drawing attention with his poems of the Turkic literature accumulation in the Kazakh geography; Sakerim Kudayberdiuli is an idealist and a philosopher poet. In his poems, he endeavors to comprehend the things that can be beneficial not only to his nation, but to the whole humanity and to share his comprehension with the readers at first hand. In the poems, the act of thinking is often given as an occurrence. Also, these poems draw attention to two different acts of thinking, one of which is a temporary and shallow thinking corresponding to individual’s needs and benefits and the other one is a deep thinking serving the benefits of society in the form of morality. The poet strives to give his readers the ability to think in a way between these two ways of thinking that he believes to be ideal. Kudayberdiuli believes that this way of thinking should be regained in order to save the future because of the difficulties in education, national unity and the true religious understanding in the Kazakh geography, which have caused people to estrange from the ideal way of thinking. Because according to him, the concepts of justice, righteousness, freedom and right can be established in the life of individual and society both theoretically and practically only through gaining this way of thinking.
Günümüzde öğretmenlik mesleğinde başarıyı yakalamak için öğretmenlerde bulunması gereken özellik ve becerilerin belirlenmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Öğretmenlerin, öğrencilerinin kendilerinden neler ...beklediklerini bilmeleri eğitimin kalitesinin yükseltilmesi açısından önemlidir. Bu bağlamda bu araştırmanın temel amacı, meslek lisesi öğrencilerinin, ideal bir öğretmen olarak öğretmenlerinden bekledikleri özellikleri ve becerileri belirlemektir. Bu araştırmada, öğrenci görüşlerine göre, "ideal öğretmen" olgusu incelendiğinden dolayı, fenomonoloji deseni tercih edilmiştir. Araştırmanın çalışma grubunu, 2018-2019 eğitim-öğretim yılında Eskişehir ili Odunpazarı ilçesi meslek liselerinde eğitim öğretimine devam eden 410 meslek lisesi öğrencisi oluşturmuştur. Çalışma sonucunda, öğrencilerin öğretmenlerden özellikle göstermelerini bekledikleri temel değerlerin; adalet, sevgi, saygı, hoşgörü, güven, merhamet, yardımseverlik ve çalışkanlık olduğu anlaşılmıştır. Meslek lisesi öğrencilerinin öğretmenlerden bekledikleri ideal öğretmen özellikleri ve becerileriyle ilgili düşünceleri, öğretmenlerin hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimi süreçlerinde değerlendirilmelidir. Öğretmenlerin sahip olması gereken özellik ve becerilere ilişkin farklı örneklem ve yöntemlerle (nicel, nitel veya karma) desenlenmiş araştırmalar yapılmalıdır.
Les conduites de retrait chez les adolescents ont pris une place croissante dans la clinique et la littérature spécialisée. Décrites au Japon dans les années 80 sous le nom de Hikikomori, elles ...traversent la nosographie internationale en sollicitant plusieurs modèles. Ces conduites de retrait ne s’accompagnent pas nécessairement d’une pratique intensive des jeux vidéo. L’usage du numérique par ces adolescents est pluriel quantitativement et qualitativement. Il peut s’inscrire dans une mobilisation toute particulière des formations de l’idéal aux frontières du virtuel et de l’illusion, il peut être une étape vers la reprise de relations sociales en ce qu’il permet une confrontation objectale moins menaçante.
À partir d’un cas clinique, d’un adolescent de 15 ans reclus au domicile pendant 18 mois, nous explorerons les interactions entre conduites de retrait et pratique numérique à travers les enjeux de formation d’idéal dans leurs intrications aux processus identificatoires et au traitement de la perte.
Au Japon, une approche culturelle ou sociologique du Hikikomori est privilégiée, excluant toute référence à la psychiatrie. Le retrait peut s’inscrire dans une forme de culture, ou plutôt de contre-culture spécifiquement adolescente, un idiome c’est-à-dire une forme particulière de la souffrance adolescente qui utilise le virtuel comme modalité particulière de relations aux autres et au monde. L’idéal est une notion caractérisée comme l’est l’adolescence par son inachèvement. Elle est aussi paradoxale dans un double mouvement de confrontation à l’insuffisance et aux potentialités pour y remédier. La réalité virtuelle peut ainsi permettre de lutter contre les effets des pertes inscrites dans le processus adolescent.
Les conduites de retrait se déploient dans des constellations psychiques variées ce d’autant plus qu’elles débutent à l’adolescence ou à l’entrée dans l’âge adulte. Le recours au numérique permet de figer l’écoulement du temps et de limiter l’impact des transformations pubertaires et la confrontation à la sexualité. L’investissement de l’idéal et du virtuel se déploie chez Maxime dans un continuum entre toxicité et créativité. Toxicité d’abord dans l’arrêt du processus adolescent qu’ils soutiennent et le maintien d’une toute puissance narcissique portée par le moi idéal.
Les adolescents reclus au domicile n’ont pas tous une pratique intensive du numérique qui peut revêtir une dimension trophique à cet âge. Les jeux vidéo permettent un renforcement narcissique, des relations objectales moins menaçantes et une confrontation à la perte moins douloureuse pour les adolescents les plus fragiles. Le virtuel et les formations de l’idéal peuvent s’unir au service d’une reprise du processus adolescent.
Withdrawal behaviours among teenagers have become a major topic in both clinical practice and the specialized literature. Known since the 1980s in Japan as Hikikomori, these behaviours are found across international nosographies in a variety of models. They are not always accompanied by intensive video gaming. There are varied uses of digital technology among teenagers, in terms of both quantity and quality. They can relate to the formation of an ideal, on the boundaries between virtual reality and illusion, it can also be a step toward the renewal of social relationship, since it enables a less threatening confrontation with the object.
Using a clinical case of a fifteen-year-old teenager secluded in his home for eighteen months, we will explore the interactions between withdrawal behaviours and digital usages, from the perspective of the formation of an ideal. We will study how they intertwine with the formation of identity and with the processing of loss.
In Japan, where a cultural and sociological explanation of the Hikikomori is preferred, reference to psychiatry is excluded. The withdrawal can be understood within a particular form of culture, or rather a counter-culture, an idiom, a singular form of adolescent suffering that uses virtual reality as a specific mode of relationship with others and the world. The ideal, like adolescence itself, is characterized by its incompletion. It is also paradoxical, between confrontation with inadequacies and solutions to solve them. Virtual reality can thus enable the subject to fight against the consequences of the losses that define the process of adolescence.
Withdrawal behaviours occur in various psychic systems, all the more so when they start in adolescence or in early adulthood. The use of digital technologies makes it possible to freeze the course of time and to limit the impact of pubertal transformations and the confrontation with sexuality. For Maxime, the investment in the ideal and in virtual reality is deployed in a continuum between toxicity and creativity. Toxicity can be seen in the completion of the adolescent process and the preservation of a narcissistic omnipotence via an ideal self.
Teenagers withdrawn into their home do not all exhibit an intensive use of digital technology which can be perceived as trophy at this age. Video games enable narcissistic reinforcement, less threatening object relationships, and a less painful confrontation with loss for the most vulnerable teenagers. Virtual reality and the construction of an ideal can together contribute to the resumption of the adolescent process.
Bu yayın, ikinci derece zaman gecikmeli modellerin kararlılık ve dayanıklı performansı için kesir dereceli oransal-integral denetleyicinin adım adım tasarımına odaklanmaktadır. Analitik olarak elde ...edilmiş denklemler genelleştirilmiştir ve söz konusu modeller için kullanılabilir. Yöntemin ana hedefi, Bode çizimindeki kazanç ve faz kesim frekansları arasında kalan faz eğrisini düzleştirmektir. Bu şekilde, kazanç değişimlerine karşı dayanıklılık sağlanacaktır. Bunun yanısıra, tüm sistemin kararlılığı temin edilecektir. Tasarım aşamasında, literatürde var olan çalışmaların aksine sadece kazanç kesim frekansı değil, kazanç ve faz kesim frekanslarının her ikisi de ele alınmıştır. Ayrıca, faz düzleştirme işlemi faz türevinin sıfıra eşitlenmesi ile sağlanmamıştır. Bu yayın, probleme farklı bir bakış açısı getirmektedir. İki farklı denetleyici hesaplanmıştır. İlk denetleyici, istenen kazanç kesim frekansı ve faz payı özelliklerini sağlamaktadır. İkinci ise faz kesim frekansı ve kazanç payını temin etmektedir. Daha sonra bu denetleyiciler bağlanmıştır ve her iki durumu da sağlayan tek bir denetleyici elde edilmiştir. Önerilen denklemler, literatürden iki farklı model üzerine uygulanmış ve sonuçlar grafiksel olarak verilmiştir.
The law (lex) is a basis of Roman legal tradition, as well as of the legal tradition of kingdom of Toledo, that
was very influenced by Roman juristes. The conception of perfect law was elaborated by ...Isidore of Seville
(570 – 636). He departed from the heritage of Antiquity as well as from biblical and patristic
tradition.According to his interpretation lex is the supreme divine law, but at once it is a decree,
promulgated by people. The perfect law is sound, reasonable and equal to each person. The laws are
promulgated by king, but somehow they must to be approved by all the subjects, so they are equally
binding for all. Isidore insists on the king’s law-obedience, that is a guarantee of stability. The royal laws
must to serve to kingdom’s prosperity. Isidore borrowed the ideas of Roman jurists and philosophers but
interpreted them in changed circumstances.
La loi (lex) est une base de la tradition juridique romaine, ainsi que de la tradition juridique du royaume de
Tolède, qui était très influencée par les juristes romains. La conception de la loi idéale a été élaborée par
Isidore de Séville (570 - 636). Il puisa ses idées de l'héritage de l'Antiquité ainsi que de la tradition biblique
et patristique. Selon son interprétation, Lex est la loi divine suprême, mais c'est à la fois un décret
promulgué par le peuple. La loi idéale est valable, raisonnable et égale pour chaque personne. Les lois sont
promulguées par le roi, mais elles doivent être approuvées par tous les sujets, elles sont donc également
contraignantes pour tous. Isidore insiste sur l’obéissance à la loi du roi, ce qui doit être la garantie de
stabilité de l’état. Les lois royales doivent servir à la prospérité du royaume. Isidore emprunta les idées des
juristes et philosophes romains mais les interpréta dans les circonstances changées
Finansal oranlara dayanan performans değerlendirmesi çalışmalarında Çok Kriterli Karar Verme (ÇKKV) yöntemleri kullanılmaktadır. Referans İdeal Metodu (RİM) yeni geliştirilmiş bir ÇKKV yöntemidir. ...Yöntemin diğer ÇKKV yöntemlerinden farkı kriterler için ideal aralık ya da nokta kullanıyor olmasıdır. Bazı finansal oranlar için tavsiye edilen ideal aralıklar vardır. Bu finansal oranlar kullanılarak yapılan performans değerlendirmesi çalışmaları RİM’i uygun bir yöntem haline getirmektedir. Bu nedenle bu çalışmada RİM kullanarak finansal oranlara dayanan performans değerlendirmesi yapılmış ve RİM’in bu alanda kullanılmasının uygunluğu incelenmiştir. Çalışmanın sonucunda RİM’in finansal oranlara dayalı performans değerlendirilmesinde uygun bir yöntem olduğu görülmüştür. Ancak karar vericiler ideal aralık belirlenirken dikkatli olmalıdır.
Bu makale, ünlü İrlandalı yazar James Joyce ve tüm zamanların en etkili filozoflarından olan Alman Friedrich Nietzsche tarafından ileri sürülen ideal kahraman ve kahramanlığın karşılaştırmalı bir ...analizini yapmayı amaçlamaktadır. Söz konusu yazarların çalışmalarında ideal kahraman tasvirlerindeki benzerlikler ve farklılıklar bu çalışmada karşılaştırmalı olarak incelenmiştir. Çalışmamızda bu yazarlar tarafından tanımlanan ve ön plana çıkarılan kahramanların oldukça dikkat çekici, sıra dışı ve farklı oldukları; ayrıca adı geçen yazarlara özgü oldukları sonucuna varılmıştır. Nietzsche kahraman figürüne daha derin bir felsefi anlam yüklerken Joyce’un ideal kahraman figürü sadece gelenek dışı olmakla kalmaz, aynı zamanda yazar yoğun bir edebi üslupla harmanlayarak karakterini karmaşık bir kişiliğe büründürür. Aslında, her iki yazarın kahraman figürleri, anti-kahraman tipoloji veya diğer bir deyişle modern kahraman türü ile aynı çizgidedir. Nietzsche ve Joyce birbirlerinden tamamen farklı ortamlarda resmedilen bu tür karakterlere karşı okurların sempatilerini kazanmayı başarırlar çünkü okurlar kendilerini bu tür karakterlere yakın hissederler. Her iki yazarın kahramanları ideal bir arayışa girerek mevcut sosyal değerleri kıyasıya eleştirirler.
L’école en sociologie est d’abord une catégorie de l’historiographie dont la signification est imprécise s’appliquant aussi bien à un courant de pensée qu’à des groupes. Certains de ces groupes, ...identifiés comme des écoles par la communauté scientifique, ont été étudiés en tant qu’objets sociohistoriques. Toutefois on ne peut en donner une définition idéaltypique en raison de leur hétérogénéité. Le terme d’école fonctionne dès lors comme une étiquette qui permet à un groupe de faire reconnaître sa conception de la sociologie et d’exister dans l’espace scientifique. A contrario, c’est parce que l’école est une étiquette qui, au regard de cette école hégémonique que fut l’école durkheimienne, ne peut être en France que dépréciative, qu’aucun groupe de sociologues français, depuis 1945, n’a revendiqué cette appellation.
Por la capacidad del relato corto de tratar un tema de forma reducida y de propiciar una escritura rápida, George Sand encontró en él la oportunidad de esbozar sus futuras novelas. La lectura de ...dichos textos permite entrever los pilares éticos y las estrategias literarias que desarrollará en sus creaciones posteriores. Nuestro objetivo consiste en observar las narraciones breves para identificar el complejo significado que la autora concede al término «ideal». Mostraremos cómo lo aplica a aspectos múltiples y diversos: en Jean Ziska se refiere al espíritu religioso de los husitas, en Garnier al amor como principio vital, en Kourrouglou denota una posición política, mientras que en Le foyer de l'Opéra implica una concepción de la vida... El análisis comparativo revela que, para la escritora, la verdad suprema obedece a una naturaleza moral y filosófica, inseparable de las cuestiones sociales y políticas.