Çalışmada genel olarak; arşivlerin toplumsal rolü, bu rolü ortaya çıkaran ve et-kileyen etkenler ve genel olarak bu rolün geçmişten günümüze değişiminde gözlenen eğilimler yansıtılmaya ...çalışılmaktadır. Çalışmada çağdaş uygarlığın geli-şiminde modern kurumların ve buna bağlı ilişkilerin değişimi, belirli bir kurum ve hizmet sektörü baz alınarak değerlendirilmektedir. Çalışma, Batı'da Aydınlanma Hareketi'nden, 1798 Fransız Devrimi'ne kadar olan dönemi kapsamaktadır. Çalışmada, ilgili dönemlerde gerçekleşen sosyal değişimler ve bu değişimlerde arşivlerin rolü incelenmektedir.
This study aims to explore such issues as the social role of archives, how this ro-le emerged and what f actors impacted it, along with the change of social role of archives from the past to the present. By taking archives as a case in point, it dis-cusses the role of modern institutions, and the change of subsequent relationship among them, in the development of the contemporary civilization. The article.co-vers from the period of the Enlightenment to 1789 French Revolution, and inves-tigates the process of social transformation and the role of archives in this process throughout these periods
Bu karşılaştırmalı çalışmanın amacı aile ilişkileri üzerine Fransız ve Türk deyim ve atasözlerinden oluşan bir liste oluşturmaktır. Bu küçük araştırmanın hedefi Fransız ve Türk kültüründeki yer alan ...pekçok deyim ve atasözünü bulgulamaktır. Bu yolla Fransızcada yer alan yapıları Türkçedekilerle karşılaştırma olanağına sahip olmuş olacağız. Fransızcada betili söyleyişler ve Türk Dili'ndeki karşılıkları ya da tam tersi, her iki toplumun düşünce biçimlerini sergileyecektir.
The aim of this comparative study is to compose a list that consists of French and Turkish proverbs and idioms about family relationships. The further aim of this research is to find out several proverbs and idioms that exist in French and Turkish culture. In this way, we will have the chance to compose and contrast the grammatical structure of French language to that of Turkish language. The certain idioms in French and their equivalents in Turkish or just vice versa will demonstrate the ideological structure of both societies.
Küçük bir burjuva ailesine mensup, çocukluğunu, gençlik yıllarını Paris'in en canlı, hareketli semtinde geçirmiş olan Manon Phlipon (1754-1793) kültürü, zekası, ve sevecen kişiliğiyle, gelecekte sıra ...dışı bir kadın olacağını gösteren özelliklere sahiptir. Ailevi sorunlarla ve zorluklarla geçen yılların ardından, 1780'de kendi seçimiyle, düşünce ve eylemlerine saygı duyduğu Jean-Marie Roland de La Platière ile evlenir. Madame Roland'ın Anıları
(Mémoires) ve Mektupları (Lettres) bilgi, sevgi, özgürlük, mantık, doğaya ve bilime inanma gibi temaları bulabileceğimiz bir Aydınlanma envanteri gibidir. O hem bir anne hem de politikacıdır. İçişleri Bakanı olan eşinin ateşli ve sadık destekçisi olarak siyasal yaşamda yer alır. Özellikle genç devrimcilere yardım eder. Fransa'da Monarşi rejiminin yıkılıp Cumhuriyet'in kurulması için savaşır. Paris'teki salonunda kendi gibi düşünenleri bir araya getirir, burada önemli kararlar alınır. Radikal Jakobenler'e karşı ılımlı Jironden'lerle birlikte
mücadele eder. Eşi Roland de la Platière ve yakın dostları Brissot ile çalışır, La Sentinelle ve Courrier de Lyon gazetelerinde yazar. 1793'de tutuklanır, idam edilir. Bir bakıma, onun kaderi XVI. Louis'nin kaderiyle kesişir. Biri soylu, Fransa'ya hükmeden kişi, diğeri ise zeki, erdemli, hırslı, halkın iyiliği için çalışmayı kendisine görev bilmiş genç bir devrimcidir. 1793'de ikisi de idam edilir. Madame Roland, Marie Antoinette ve Olympe de Gouges'dan sonra Devrim'in giyotine yolladığı üçüncü kadındır. Madame Roland neden öldürülmüştür?
İnsanlar arasındaki eşitliği savunduğu için mi? Siyasal yaşamda sorumluluk alıp ailesini ihmal ettiği ve kadının toplumdaki geleneksel rolünü üstlenmediği için mi? Devrimi eleştirdiği için mi? Bu araştırmanın amacı, Madame Roland'ın düşüncesini ve etkinliklerini, onunla aynı dönemde yaşamış ve Fransız Devrimi'ne eylemleri ve yazılarıyla katkıda bulunmuş Isaballe de Charrière (1740-1805) ve Sophie de Condorcet (1740-1822) gibi kadın yazarlarla kıyaslayarak, siyasal eylem içinde bir kadın olma sorunsalını tartışmaktır.
Belonging to a modest family, and having lived her girlhood in a very agitaded district of Paris, the intelligent and cultivated Manon Phlipon (1754-1793), had already characteristics showing that she would be, in future, an extraordinary woman. She married in 1780 Jean- Marie Roland de La Platière, whose ideas and activities she respected. The Mémoires and Lettres of Madame Roland must be considered as an inventory of the Enlightenment period
in which we can find themes such as knowledge, affection, liberty, reason, belief in nature and sciences. She was a politician and a mother. In political life, as an eager and faithful partner, she stood by her husband who became Home Secretary. She specially protected and helped the young revolutionaries. She fought for the destruction of the Monarchy and for the construction of the Republic. In her "salon" in Paris, individuals who thought just like her
came together and took important decisions concerning the future of their country. With her friends, the moderate Jirondists, she fought against the radical Jakobins. She worked with her husband and their dear friend Brissot and wrote articles in journals such as La Sentinelle and Courrier de Lyon but she was arrested in 1793 and executed. Her fate came across with that
of Louis the XVIth. One was the king of France, the other was a revolutionary, an intelligent, virtuous and a passionate young woman who worked for the well-being of her country. She was the third woman that the French Revolution sent to scaffold after Marie Antoinette and Olympe de Gouges. What were the reasons of her execution? Was it because she defended equality among mankind? Was it because she neglected her family by assuming responsibilities in political life, because she did not play the traditional part of being a
woman? Was it because she criticised the Revolution? The aim of this reseach is to discuss the problem of being a woman in political action by comparing her case with those of other women writers such as Isaballe de Charrière (1740-1805) and Sophie de Condorcet (1740-1822) who lived just like her during the Revolution period and contributed to this historical event.
Bu makale Doğu Lejyonu'nun kuruluşu ve faaliyetleri ile ilgili olarak kaleme alınan bir dizi makalenin altıncısı ve sonuncusudur. Makalenin temel amacı 1918 yılının Kasım ayında Doğu Lejyonu'nun ...Kilikya bölgesini işgal etmeye başlamasından 1921 yılının sonlarında Lejyonun dağıtılmasına kadar geçen süre içerisinde Lejyonun yapısında meydana gelen değişiklikler, Lejyon hakkındaki tartışmalar ve Lejyonun Kilikya bölgesindeki faaliyetlerini ortaya koymaktır. Bu dönemde öncelikle Doğu Lejyonu'nun Kilikya bölgesini nasıl işgal ettiği ve özellikle Ermeni lejyonerlerin bölgede Müslüman halka yönelik saldırıları işlendikten sonra, Ermeni ve Suriyeli Lejyonu olarak ikiye bölünen Doğu Lejyonu'na yönelik Avrupa'daki Ermeni ve Suriyeli yetkililerin eleştirileri, Ermeni lejyonerlerin disiplinsizlik ve itaatsizlikleri ile Fransız subayların bu duruma tepkileri incelenecektir. Son olarak, Doğu Lejyonu'nun dağıtılmasına yönelik atılan adımlara kısaca yer verilecektir. Kısacası bu makale Fransız arşiv belgelerinden yararlanarak adı geçen dönemde Doğu Lejyonu ile ilgili gelişmeleri analiz etmektedir.
This article is the sixth and the last one of a series of articles regarding the establishment and activities of the Eastern Legion. The basic aim of the article is to examine the changes in the structure of the Legion, the debates about its composition and activities in the Cilician region between November 1918, when the Legion occupied the Cilician region, and the end of 1921, when the legion was finally disbanded. In this period, first of all French-Armenian occupation of the Cilician region and subsequent Armenian atrocities towards Muslims are briefly examined. Then, the criticisms raised by Armenian and Syrian committee leaders towards the Eastern Legion, which was divided into Armenian and Syrian Legions are touched upon. The indiscipline and disobedience of the Armenian legionnaires and the subsequent reactions of the French soldiers to this situation are covered as well. Finally, the steps taken for the disbanding of the Legion is dealt with. In sum, this article analyzes developments regarding the Eastern Legion in the aforementioned period through French archival documents.
Yahya Kemal Beyath'nın Kendi Gök Kubbemiz (1961) adıyla yayımlanan şiir kitabında,
Fransız Parnas ekolünün önde gelen temsilcilerinden Jose-Maria de Heredia'nın gerek
destansı söylem, gerek biçim ...özellikleri bakımından etkisi söz konusudur. Ne var ki, bu etkiyi
sıradan bir etkilenme ya da yüzeysel bir taklit durumuyla açıklamak yanlış olur; Yahya
Kemal, Jose-Maria de Heredia aracılığıyla, kendi şiir dilini oluşturabilmiştir demek daha
doğru olur. Bu bağlamda Türk şair, "Servet-i Fünun Edebiyatı" temsilcilerinin yaptığı gibi,
belirli bir kesime hitap eden ve "Avrupa kültürü"nü yapay bir dil oluşturarak körü körüne
taklit eden bir şiir anlayışını reddederek, özellikle "Milli Edebiyat" etkisi altında, "konuşulan
Türkçe"yi şiirde kullanmak ve herkesin anlayabileceği bir şiir vücuda getirmek istemiştir.
Anız vezninin dar kalıplarına göre oluşturduğu yalın, "müzikalite" kaygısı taşıyan dizelerinde
Yahya Kemal, tıpkı bir marş ya da şarkı gibi ezberlenebilecek bir şiir yaratmaya çalışmış;
bunu yaparken de ses özelliği bakımından zengin sözcükleri kullanmıştır. Bunun sonucu
olarak, şiirlerinde biçim içeriğin üstünde bir değer olarak yer almakta ve şiirde işlenen
konulardan ziyade bunları ifade etme biçimi ön plana çıkmaktadır. Yahya Kemal'in "beyaz
şiir" olarak da adlandırabileceğimiz "saf şiir" anlayışı ile yazdığı şiirler hem biçim hem de
içerik bakımından eski ve yeni şiir anlayışlarının bir sentezi olarak karşımızda durmaktadır.
In Yahya Kemal's Kendi Gök Kubbemiz, it is possible to trace the influence of Jose-Maria de
Heredia, one of the leading representatives of the French Parnassus School, in terms of its
epic discourse and stylistic features. On the other hand, such an influence is not a superficial
imitation; it is more correct to say that Yahya Kemal was able to create his own style through
the mediation of Jose-Maria de Heredia. In this context, Yahya Kemal refused the example of
"Servet-i Fünun Literature," which blindly imitated "European Culture" by constructing a
superficial language only accessible to a certain section of the public. In his verse, Yahya
Kemal follows the rules of prosody, creating poems that are rich in sonority and that can be
learnt by heart, just like a song or march. Consequently, form or how it is said becomes more
important than content or what is said. In terms of its style and content, Yahya Kemal's "pure
poetry," which we can call "white poetry," appears to be a synthesis of the old and the new
understandings of poetry.
J.M.G Le Clezio ikinci Dünya Savaşı sırasında, 1940 yılında Fransa'nın Nice kentinde doğmuştur. Annesi Fransız babası ingiliz olan Le Clezio, düşünme ve algılama biçimi, özgürlük ve bağımsızlık ...anlayışı, insana bakışı, içinde yetiştiği uygarlığa ve kültüre karşı eleştirel tutumu, yazı ve yazına farklı yaklaşımıyla çağdaş Fransız edebiyatının en dikkate
değer yazarlanndan biridir, ilk çocukluk yıllan ikinci Dünya Savaşı'nın acı izleri ile gölgelenen Le Clezio, bütün yaşamını, bütün yapıtlarını derinden etkileyen ve kökenlerine dönüş özlemine temel oluşturan mitsel bir geçmişe sahiptir. Bu efsanevi geçmiş yazarda, Avrupa dışı kültürlere, "kaybolmuş" uygarlıklara karşı belirgin bir ilginin ortaya çıkmasına yola açar. Çocukluk anılarını lekeleyen İkinci Dünya Savaşı'nın izleri, babasının mesleği
dolayısıyla bulunduğu Afrika'da iken tanık olduğu Batı'nın sömürgen, saldırgan, kıyıcı, tamamen insanlık dışı ve maddeci uygulamalarının yarattığı düş kırıklığı da, onda yavaş yavaş Avrupa merkezciliğinin reddinin oluşmasına neden olur. Ezilen, sömürülen "üçüncü dünya" ülke ve uluslarına karşı acıma duygusundan öte bir duygudaşlıkla yaklaşan Le Clezio'nun yapıtlarında, Batı Uygarlığı'na yöneltilmiş eleştirel bir bakış da dikkate değer bir
yer tutar. Bu makale, romanları ve bu romanlarda yarattığı çoğu Avrupa dışından karakterler aracılığı ile "kör" olarak nitelediği modern uygarlığın maskesini düşürmeye çalışan Le Clezio'da "eurocentrisme" in reddinin nasıl biçimlendiğini, bir "arayış" gereksiniminin ve "bir başka yer" özleminin nasıl oluştuğunu ortaya koymayı amaçlamaktadır.
Born in Nice, France during WW II as the soon of a French mother and a British father,
J.M.G. Le Clezio is one of the most significant writers of French literature as regards his
understanding of freedom and independence, his critical approach to his native culture, and
his approach to writing and literature. Le Cle"zio, whose childhood was overshadowed by
painful memories of the war, has a mythical past which has a deep impact on his life and his
work and whiph added an obsessive dimension to his desire for returning to his roots. In time,
he developed a resistance against Euro-centrism, as a result of his past, which included the
childhood memories of World War II and his witnessing of the aggressive and brutal attitude
of the colonizing powers of the West, while he was in Africa during his father's mission. He
wanted to show the true colors of the modern world in his novels by using mostly non-
European characters. This article aims to show how Le C16zio's rejection of Euro-centrism
was shaped and how his need of "search" and desire for "another place" were formed.
Bu çalışmada Marguerite Duras'ın başlangıçta öykü olarak yazdığı daha sonra oyunlaştırdığı
Bütün Gün Ağaçlarda (Une Journee Entiere Dans les Arbres) isimli oyunu tematik bir bakış
açısıyla ...incelenmiştir. Yazann çocukluk ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Çinhindi'ndeki
yaşamına duyduğu yoğun özlem ve onun izleri oyunda kahramanların ağzından sözlere
dökülür. Geçmişe özlem, anıların canlı tutulması istemiyle giderilmeye çalışılır. Anılar ne
kadar bugüne taşınabilirlerse yaşanmışlıklar da o denli yalnızlığın pençesinden
kurtulabilirler. Bu yolla varlığa ve şimdiye anlam kazandırılabilir. Savaş toplumu insanının
en yakın ilişkilerde dahi yaşadığı derin yabancılaşma ve yalnızlık duygusu yerini hiçbir
zaman coşkuya, yaşama sevincine ya da ümide bırakmaz. Tam tersi birbirine yabancılaşmış,
yalnız ve mutsuz insanlar için yaşamı daha da anlamsızlaştırır. Şimdiyi anlamlandıramayan
birey geçmişe yönelerek mutlu anları ve anıları diriltmeye çalışır. Varolmanın dayanılmaz
acısı içinde olan çağdaş insanın en büyük açmazlarından olan yabancılaşma, iletişimsizlik,
umarsızlık ve yalnızlık oyunun kurgusunu biçimlendiren temel izlekler olarak belirmektedir.
Oyundaki yalnızlık durumu, kahramanlar, uzam, zaman, dolantı ve biçem yönünden ele
alınmış ve bu kavramın günümüz insanının temel sorunsalının somut göstergesi olarak
yansıtıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Marguerite Durâs oyunda kullandığı farklı öğeler, anlatım
ve sahneleme biçimleriyle izleyiciye/okura kendisiyle yüzleşme olanağı sağlamayı amaçlar."
Ancak bunu oyunla özdeşleşme kurma yoluyla değil, kişinin kendisini ve yaşamını
sorgulayacağı bir kesit olarak yansıtır.
This study examines, from a thematic point of view, Marguerita Duras's Une Journee Entiere
Dans les Arbres, a short story made into a play, The writer's nostalgia for the life in Indo-
China where she spent her childhood and teenage years and its deep imprints are put into words by the play's major characters. Nostalgia is soothed by keeping memories alive. The
more the characters remember the past, the more lived experiences are relieved from the
burden of the past. In this way, being and the present may ultimately be endowed with new
meaning. Feelings of alienation and loneliness, even in the most intimate relationships of
wartime individuals, never give way to a joy of life, or hope; on the contrary, such
relationships bring about further meaninglessness into the lives of the alienated and the
lonely. The individual who cannot find meaning in the present delves into the past to revive
happy memories. The pains of alienation, lack of communication, indifference and loneliness
in the lives of modern men emerge as the primary images in the structure of the play.
Loneliness in the play is analyzed with reference to heroes, setting, plot, and style and it is
concluded that loneliness is a concrete indicator of modern man's essential problem. Using
various narrative and staging techniques, Marguerita Duras aims at providing her
audience/reader with an opportunity to confront himself.
Bu araştırmada, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda Fransızca'nın yabancı dil olarak okutulmasındaki sorunlar saptanarak, Fransızca'nın tekrar ilköğretim ve orta öğretim okullarında birinci ...veya ikinci yabancı dil dersi olarak okutulması konusundaki eğilimler tespit edilmiştir. Yabancı dil seçiminde dikkate alınan ölçütler, uygulamalar ve bunların ortaya çıkardığı sorunlar; ilk, orta ve yüksek öğretim olmak üzere tüm öğretim düzeylerinde ele alınmıştır. Çağın gerekleri, gelişmiş ülkelerdeki uygulamalar, Türkiye'nin konumu, okullardaki öğretmen ve öğrenci durumu göz önünde bulundurularak daha gerçekçi yabancı dil eğitimi politikası izlenmesi gerektiği vurgulanarak çözüm önerileri sunulmuştur.
In this article, some positive tendencies about French language, formerly given up to include in the national curriculum, are agreed to include again in the national curriculum to teach as a first or second foreign language at primary and secondary public schools in the ministry of Education. The criteria on teaching foreign language selection, the applications, and the consequent problems, are examined in all levels of primary, secondary and higher education. The requirements of the age, the applications in developed countries, the strategic location of Turkey, the number of teachers and students in schools, the importance of more practical foreign language policies are emphasised and suggestions for solution are proposed.
Bu yazıda, 19 asır sonunda yayınlanan, Samipaşazade'nin Sergüzeşt, Recaizade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası ve Halid Ziya'nın Aşk-ı Memnu adlı romanlarındaki kahramanların özel eğitimleri ve sanatsal ...eğilimleri ele alınmaya çalışılmıştır. Roman kahramanları, yabancı mürebbiyeler yoluyla eğitilmeye başlarlar. Bu yolla hem dil öğretimi hem de batılı hayat tarzını öğrenirler. Batıdan özellikle Fransız edebiyatının ikinci sınıf romanlarını okurlar. Fransızca öğrenirler. Piyano önde olmak üzere ud gibi müzik aletlerini kullanırlar. Resim eğitimi alırlar. Bu eğitim süreçlerini özel ve evde eğitim şeklinde ikmal ederler.
In this article, it was aimed to investigate the special education and artistic inclinations of the characters in the novels of 'Sergüzeşt' by Samipaşazade, 'Araba Sevdası'(The love of car) by Recaizade Mahmut Ekrem and 'Aşk-ı Memnu'(The forbidden love) by Halid Ziya, which all were published at the end of the 19th century. The characters in the novel were educated by foreign teachers. In this way, they not only learn a foreign language but also get used to western life styles. They especially read second class novels of French literature from the West. They play several musical instruments such as, especially, piano and ud. They also get drawing lessons. Finally, they complete their educational process at home by special education.