Yakup Kadri Karaosmanoğlu is a significiant author who produced works in different genres such as novels, stories, and theatre. In particular, with the effect of the social issues he witnessed like ...the Armistice and the War of Independence, the author focuses on the narrating the social transformations and transforms the landscapes he witnessed into fiction via using his own imagination. Dwelling upon the ways memory is reflected in the “National War Stories”, this study examines the narration of the losses of the characters’ consciousness stemming from the persecution of enemy invasion. The purpose of the study is to examine how fractures in identity and memory are reflected in the book as its characters face the pain of the past. The act of remembering and forgetting and as well as the functions of the factors that trigger these practices in “National War Stories”, are examined with a critical methodology of the work. Moreover, the author’s ideology, as it is reflected in the stories, is questioned. The tragic stories found in “National War Stories” are analyzed in the light of memory theories, which are the expressions of subjective experiences that shed light on the remembering and forgetting of both individuals and society. While painful and traumatic experiences are turned into narratives, the tragic dimensions of historical events are central. How can being stuck in the past, pursuing and longing for the past, the inability to accept the absence of losses, and the inability to communicate with oneself and the environment be narrated? How aer the vividness, fragility, and delusiveness of memory reflected in these stories? While investigating answers to these questiones, the author’s approach to the past, present and future chain is also examined.
The strict control – or in other words, censorship – placed upon periodical alongside printing (press) activities during the reign of Sultan Abdülhamid II paved the way for poets and writers to turn ...to their inner worlds and produce works by putting art into the service of art itself. Numerous Turkish novels hailing from the Second Constitutional Period – which had given way to proclamation of the Second Constitutional Monarchy – reveal the richness of Turkish culture and literature in terms of diversification of subject variety and the linguistic richness. For example, Moralızade Vassaf Kadri’s novel Çarşamba Karısı offers us important data about language studies. In it, he frequently uses slang, alongside local idioms and dialect words – many of which are not included in the Derleme Sözlüğü. The book also contains various examples of aberrations from the standard language – including the accumulation and removal of affixes, the addition of morphemes to stereotyped language items, and polite language. This study will present both a biography of Moralızade Vassaf Kadri, as well as discuss – with examples – how he uses non-standard language in his novel Çarşamba Karısı.
Tanzimat’la birlikte çeşitli alanlarda hissedilen yenilenme ihtiyacı ve buna binaen gerçekleştirilen değişim ve modernleşme faaliyetlerinin mahiyeti ve sınırları, dönemin entelektüel gündemini ...belirleyen önemli bir konudur. Devleti kurtarmaya yönelik ileri sürülen çözüm önerilerinin bir kısmı, dinî düşüncenin yenilenmesine ilişkindir. Bu çerçevede Batıcı, İslamcı ve Türkçü entelektüeller arasında zengin bir fikrî tartışma ortamı oluşmuştur. Özellikle İslamcılar, söz konusu önerilerinde dinî düşünceyi temel almışlardır. Osmanlı’nın içinde bulunduğu kötü durumun, dinden değil, bizzat dinin anlaşılma biçiminden kaynaklandığını ve bu düşünme tarzının değiştirilmesinin gerekliliği konusunda ortak kanaatte olan İslamcılar, yenilenmenin mahiyeti konusunda birbirlerinden ayrışmaktadır. İslamî ilimlerin içeriğinin günümüz ihtiyaçları çerçevesinde güncellenmesi gerektiğini savunanlar, bu düşünce değişikliğini sağlayacak ilmin hangisi olacağı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir kesim, Kelâm ilminin; diğer bir kesim ise Fıkıh ve Tefsir ilminin öncelenmesinin zaruri olduğu kanaatindedir. Toplumun temel ihtiyacının İlm-i Kelâmdeğil de İlm-i Hâlolduğunu iddia eden, Fıkıh ve Tefsir ilmi temelinde düşünce yeniliği öneren isimlerden biri de Şeyh Muhsin-i Fânî ez-Zâhirî müstear ismiyle yazan Hüseyin Kâzım Kadri’dir. Kadri; Kelâm ilminin, çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlemesi girişiminin sonuç vermeyeceği gibi insanlar arasında dinî ihtilafa neden olacağını ileri sürmektedir. Bu makalede, Hüseyin Kâzım Kadri’nin düşünsel arka planı, dinî düşüncenin yenilenmesine ilişkin önerileri ve Yeni İlm-i Kelâm’a itiraz gerekçeleri ele alınmaktadır.Özet: Son dönem Osmanlı tarihini belirleyen en önemli kavram değişimdir. On altıncı yüzyılın sonları ve on yedinci yüzyılın başlarından itibaren devletin içine girdiği siyasal çözülmeyi ve buna bağlı olarak gerçekleşen askeri, ekonomik, sosyo-kültürel değişim ve dönüşümü olumlu yöne kanalize etmek için ıslahat hareketlerine girişilmiştir. Bu çerçevede gerçekleştirilen ıslahat çalışmalarının temel savı, Kanun-i Kadîm’e ve Şeriata dönüş fikrine dayandırılmıştır. Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile birlikte daha önce yapılan ıslahat çalışmaları farklı bir boyuta taşınarak Batılılaşma devlet politikası haline getirilmiştir. Devam eden süreçte Batılılaşma bağlamında değişim olgusu Osmanlı toplumunun her kesiminin gündemini oluşturmuştur. Çeşitli alanlarda hissedilen yenilenme ihtiyacı ve buna binaen gerçekleştirilen değişim ve modernleşme faaliyetleri, bu faaliyetlerin mahiyeti ve sınırları, dönemin entelektüel gündemini belirlemiştir. Devleti, içinde bulunduğu zor durumdan kurtarmaya yönelik ileri sürülen çözüm önerilerinden bir kısmı, dinî düşüncenin yenilenmesine ilişkindir. Bu çerçevede sunulan çözüm önerileri Batıcı, İslamcı, Türkçü entelektüeller arasında zengin bir fikrî tartışma ortamı oluşturmuştur. İslamcılar genel anamda, Osmanlı’nın içinde bulunduğu kötü durumun, dinden değil, bizzat dinin anlaşılma biçiminden kaynaklandığı ve bu düşünme tarzının değiştirilmesi gerektiği kanaatindedirler ve söz konusu önerilerinde dinî düşünceyi hareket noktası olarak belirlemişlerdir. İslamcıların kendi içinde ayrışmasına neden olan konu ise yenilenmenin mahiyetidir. İslamî ilimlerin içeriğinin zamanın ihtiyaçları çerçevesinde güncellenmesi gerektiğini savunan İslamcı düşünürler, ihtiyaç duyulan söz konusu düşünce değişikliğini mümkün kılacak ilmin hangisi olacağı konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir kesim, Kelâm ilminin; diğer bir kesim ise Fıkıh ve Tefsir ilminin öncelenmesi gerektiği kanaatindedir. Bu bağlamda görüş beyan eden kişilerden biri de Şeyh Muhsin-i Fânî ez-Zâhirî müstear ismiyle yazan Hüseyin Kazım Kadri’dir. Kadri, Fıkıh ve Tefsir ilmi temelinde bir düşünce yeniliği önermektedir.Hüseyin Kazım Kadri, Meşrutiyet döneminin dikkat çeken entelektüellerinden biridir. Kadri, mutasarrıf, vali, vekil ve bakan olarak devlet yönetiminin çeşitli kademelerinde görev almış, gazetecilikle meşgul olmuş ve din, dil, ziraat gibi konularda da yetkin eserler telif etmiştir. Onun tüm çabası Osmanlıyı içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmanın yollarını aramaya yöneliktir. Bu çerçevede o, dini düşünce alanında üretilen bilginin niteliğini sorgulamakta ve çözüm önerilerinde bulunmaktadır. Onun dini düşüncenin yenilenmesine ilişkin önerisinin temelinde, insanların pratik problemlerine çözüm üreten yeni bir ilm-i hâl'e duyulan ihtiyaç bulunmaktadır. Kadri bu ihtiyacı, yeni ilm-i kelâm karşıtlığı üzerinden temellendirmektedir. Ona göre Kelâm ilmi, tedvin edildiği andan itibaren Müslümanlara fayda sağlamadığı gibi zarar vermiştir. Kelâm ilminin yenilenmesi, çözümden öte sorun üretecektir. Kadri'ye göre, Yunan felsefesinin içerik ve yöntemini kullanması nedeniyle Kelâm ilmi, Müslümanlara has özgün bir ilim olmadığı gibi İslam’ın özünü bozmak amacıyla ortaya çıkarılan zararlı bir disiplindir. Mu'tezili âlimlerin Kelâm ilminin kurucuları olması da bu ilmin İslam düşünce geleneği dışında sayılmasının sebeplerinden biridir. Kadri, bu ekole mensup âlimlerin varlığı anlamaya yönelik olarak ortaya koydukları teorilerin, dinin ihdas ettiği iman alanına hiçbir katkı sağlamadığı kanaatindedir. Mihne sonrasında ortaya çıkan Ehl-i sünnet ekolünün belli bir işlev gördüğünü kabul eden Kadri bu işlevin yeterli olmadığını belirtmiştir. Nitekim ona göre Kelâm ilminde cevher-araz, hudûs-kıdem, vücûd-âdem vb. konular tartışılmış fakat süreç içerisinde söz konusu içerik ihtiyaca binaen yenilenememiştir. Kadri'nin bir diğer eleştirisi ise Kelam ilmini, Müslümanların fırkalara bölünme nedeni olarak görmesidir. Kadri, Müslümanların birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç hissettikleri dönemde Kelâm ilminin yenilenmesi girişiminin yeni tefrikalara yol açacağından endişe etmektedir. Bu endişe Kadri'nin pragmatik bir sâikle kelam karşıtlığı yapmasına neden olmaktadır. Hüseyin Kazım Kadri'nin kelam karşıtlığının bir diğer gerekçesi ise Kelâm ilminin usûlu'd-din olarak isimlendirilmesidir. Ona göre kelamcılar, tevhid ve sıfatlar konusunda içtihatta bulunarak konuyu netleştirmek yerine daha karmaşık bir hale getirmişlerdir. İnanç alanında delillendirmede bulunmayı inançsızlıkla eşdeğer gören Kadri, imanın, aklın değil insanlar arasında herhangi bir ihtilafın bulunmadığı hissin konusu olduğu kanaatindedir. İnanç alanında gerçekleştirilecek olan tahkik çabasını eleştiren Kadri, ihtiyaca göre pratik alanı ilgilendiren konularda söz gelimi fıkıh alanında dinî ilkelerin yeniden yorumlanmasının en önemli dinî vecibe olduğunu vurgulamaktadır. Kadri, özellikle fıkıh alanında aklın önemli bir işlevi olduğunu belirterek geçmişin doğrularının aynen taklit edilmesini eleştirmektedir. O, yeni İlm-iKelâm’aalternatif olarak yeni bir İlm-i Hâlönerisinde bulunmakta ve bunun, insanların ihtiyacı olan dinî bilgiyi sağlayacağını iddia etmektedir. Hüseyin Kazım Kadri’nin, Kelâm ilmini Müslümanların başına gelen türlü felaketlerin nedeni olarak görmesi ideolojik bir karşıtlık nedeniyledir. Bu ideolojik karşıtlık onun Kelâm ilmini ve bu alanda üretilen ilmi birikimi görmezden gelmesine, bu birikim hakkında tarihi gerçeklerle çelişen duygusal çıkarımlarda bulunmasına neden olmuştur. Süreç içerisinde İslam düşüncesinin zamanın şart ve ihtiyaçlarına göre yenilenememesinde diğer disiplinler gibi Kelâm ilminin de payı vardır. Ancak tek sorumlu olarak Kelâm ilminin görülmesi makul olmadığı gibi gerçekçi de değildir.
Erken cumhuriyet ideolojisinin oluşumuna katkı veren Kadro dergisinin başyazarı ve farklı edebi türlerde eser veren önemli isimlerden Yakup Kadri Karaosmanoğlu, pek çok metninde yeni kurulan rejim ...adına konuşmakta, rejimin nasıl olması gerektiğini ifade etmektedir. Cumhuriyet ilan edildikten sonra Kadri, yeni rejimin kültür sanat hayatına ilişkin yazılar yazmakta, sanat türlerinin onunla birlikte kazanması gerektiği rolleri eserlerinde anlatmaktadır. Yakup Kadri, Cumhuriyet idealleri ile erken cumhuriyette karşılaşılan yozlaşma arasındaki çatışma nedeniyle, yazdığı Ankara romanında Neşet Sabit isimli karakterin sahneye koyduğu piyesini bir yol gösterici olarak konumlandırmakta, buna bağlı olarak o dönemlerde henüz az sayıda üretim yapan Türk sinemasını da romanda arzuladığı evrenin inşasında vazifelendirmektedir. Sinema, yeni kurulan bir şehirde yeni bir anlayışın öncüsü olacak, Sodom ve Gomore’de gelmesinden korkulan gelecekten Ankara romanında olmasını dilediği sancılı geçen bir gecenin umut dolu bir şafağına ütopyacı rolünü arttıracak bir araç olarak görülmektedir. Sinema çağdaş bir ütopya, aynı zamanda yerli bir içerik olarak görülmektedir. Çalışmada, Yakup Kadri’nin Ankara romanı dolayımıyla erken cumhuriyet döneminin sinemaya ilişkin görevci yaklaşımı söylem analizi kullanılarak tespit edilmeye çalışılmaktadır. Ankara romanında ve Kadro dergisindeki modernite anlayışı çerçevesinde yeni rejim yerli sinema kodları üzerinden arzulanan bir cumhuriyet ütopyası olarak tiyatronun yanında konumlandırılmaktadır.
Bu makalede, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Bektaşiliğe bakışını şekillendiren etkenlerin, yaşamı
ve çalışmaları bağlamında ele alınması amaçlanmaktadır. Bahse konu amaç doğrultusunda,
...Karaosmanoğlu’nun romanları ve özellikle Nur Baba olmak üzere çalışmalarındaki belirli simalar
ve hadiselerin hayat öyküsünden kesitler içerdiği öne sürülmektedir. Bu bakımdan Yakup Kadri’nin
Bektaşilik algısı ve tasviriyle kendi gerçek yaşamına ışık tuttuğu anlaşılacaktır.
Nur Baba, Yakup Kadri’nin bir edebiyatçı olarak Bektaşiliğe dair tecrübeleri ve bu düşüncelerini
romanlaştırdığı öncü çalışmasıdır. Romanın kaleme alınmasında halkın Kızılbaş/Alevi ve Bektaşilere
yönelik merakının etkisi de vardır. Kızılbaş/Alevi ve Bektaşiler, çoğu zaman kendileri dışındaki
topluluklarca bir merak konusu oldu. Yapılan araştırmalar da göstermektedir ki onlar ile aynı inancı
paylaşmayanlar, tarih boyunca söz konusu topluluklar aleyhine birtakım iftira ve ithamlar üretti.
Cinsel içerikli suçlamalar bunların başlıcalarıdır. Söz konusu durumu besleyen nedenlerin başındaysa,
Kızılbaş/Alevi ve Bektaşilerin tarihsel tecrübeleri ve inançlarının bir gereği olarak, ibadetlerini
dışa kapalı gerçekleştirmeleri gelmiştir. Bu da özellikle cem törenleri merkezli dile getirilen “mum
söndü” metaforu üzerinden, aleyhlerine yöneltilen çeşitli dedikoduların üretilmesine vesile oldu. Bu
nedenle Yakup Kadri’nin, merkezinde bir Bektaşi tekkesi ve şeyhinin olduğu Nur Baba romanıyla
mevcut tartışmaları yeniden alevlendirdiği ve aynı zamanda birçok eleştirinin de muhatabı olduğu
görülür.
Çalışmada ilk olarak, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun eserlerindeki belirli temalar ortaya konulmaktadır.
Bunu, dönem ve zamanı bağlamında Nur Baba’nın içten bir analizi takip edecektir. Akabinde,
bu genel çerçeve içerisinde, Yakup Kadri’nin romanını hangi motivasyon ve etkilerle kaleme
aldığı ve romanın tefrikalar halinde yayımlanmasından sonra meydana gelen tartışma ve eleştiriler
ortaya konulmaktadır. Takip edilen yöntem uyarınca da bir bütün olarak Yakup Kadri Karaosmanoğlu
edebiyatında Bektaşilik kurgusu ve bu kurgunun gerçekle olan ilişkisi irdelenecektir.
In this study, two novels, Madam Bovary, which Gustave Flaubert, one of the prominent authors, published in 1857, and Kiralık Konak by Yakup Kadri Karaosmanoğlu from the Turkish literature have been ...analyzed especially in terms of their main female characters. The main similarities of these novels seem to be their themes, their attitudes towards the political and social issues, and the fact that they put forward the criticism towards those periods. In terms of the narrative elements of the novels, Madam Bovary’s Emma and Kiralık Konak’s Seniha, the main female characters of the novels, are also the central characters, who direct the plotline to a considerable extent. In both novels, time and space are completely made to make sense in terms of these female characters. It is also obvious that their personal traits have become dominant factors in reflecting the themes. In this study, we will try to analyze these novels, focusing on these main female characters. It will be noticed that these two women, who are made to resemble each other in terms of their similar tendencies, their passions and desires are, in fact, unique and different because of their distinctive features
This study aims to reveal the perspectives of how the phenomenon of religion and the clergyman typology in the Turkish and Azerbaijani novel. As it is known, was criticism of the clergymen in the ...works of writers such as Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip Adıvar, Sadri Etem and Reşat Enis Aygen. In Azerbaijani literature, it was the subject of the works of writers such as Abdurrrahim Bey Hagverdiyev, Celil Memmedguluzade, Yusuf Vezir Çemenzeminli. Yakup Kadri Karaosmanoglu and İsmayıl Shikhly are among the most important writers of this subject. Y. K. Karaosmanoglu (1889- 1974) is one of the famous writers of Turkish Literature. The social political events of the period were reflected in the novels. The novel of Nur Baba (The Father Nur) is one of the important works of the author. İsmayıl Shikhly (1919-1995) is one of the famous authors of Azerbaijani literature. He known as a famous writer, an author of screenplays, publicist and a researcher of literature. He was the First Secretary of the Union of Azerbaijani Writers for a while 1965-1968. During 1976-1978, he was the chief editor of Azerbaijan magazine, and then he was the Chairman of Union of Azerbaijani Writers between 1981 and 1987. He was awarded by honorary title of Azerbaijan People’s Writer in 1984 and was member of Supreme Azerbaijan National Parliament. He has published many works such as story, novel, moment, translation. Such as, Doctor’s Tale (Doktorun Masalı) (1947), Divided Ways (Ayrılan Yollar) (1957), Turbulent Kura (Deli Kur) (1968), My Opponent (Rakibim) (1975), Do Not Miss Me (Beni Kaybetmeyin) (1984), My Dead World (Ölen Dünyam) (1992) and etc. In this article, was analysed the phenomenon of religion in the works of both authors. Comparative research methods was used in the study. This topic was first evaluated in the context of Azerbaijani and Turkish literature, and then the Deli Kur and Nur Baba novels were analyzed in terms of idea content. As a result of the study, it was concluded that both novels were criticized not religion, but the clergy who used religion for their own benefit.
Kadro, Ocak 1932-Ocak 1935 döneminde 36 sayı yayınlanan bir dergidir. Özgün bir devrim ideolojisi oluşturmak iddiasıyla yayın hayatına atılan Kadro Dergisi, döneme damgasını vurmuş ve bir aydın ...hareketi olarak anılmıştır. Kadrocular sol geçmişleri ve Türk Devriminin hizmetine girme sürecindeki yaklaşımları nedeniyle çeşitli çevreler tarafından kuşkuyla karşılanmışlardır. Yakup Kadri Karaosmanoǧlu, Şevket Süreyya Aydemir, Vedat Nedim Tör, İsmail Hüsrev Tökin ve Burhan Asaf Belge gibi çoǧunluǧu sol geçmişe sahip bulunan yazarların gündeme taşıdıǧı Kadro Dergisi, 36 sayı boyunca devletçilik düşüncesini ön plana çıkarmıştır. Kadro Dergisi'nde sadece iktisadi konulara yer verilmemiştir. İktisadın yanı sıra iç ve dış politika, kültür ve medeniyet, eǧitim ve benzeri konular da Kadrocular tarafından sıklıkla işlenmiştir. Birinci Dünya Savaşı ya da Kadrocuların ifade ettikleri gibi Cihan Harbi de Kadro Dergisi'nde ele alınmış ve genel olarak da bir sömürgecilik savaşı olarak nitelendirilmiştir. Dünyadaki temel çelişkiyi, emek-sermaye açısından deǧil, sömürgeci ülkesömürülen ülke açısından ele alan Kadrocular, Birinci Dünya Savaşı'na da bu çerçeveden bakmışlardır. Bu büyük savaşa hem kendi ideolojik pencerelerinden hem de savaşın yol açtıǧı ulusal ve uluslararası sonuçlar açısından yaklaşmışlardır. Kadro Dergisi yazarları Birinci Dünya Savaşı ile ilgili olarak ideolojik bakış açılarının yanı sıra kendilerine özgü bir terminoloji de geliştirmişlerdir. Kadrocular savaşın askeri yönlerine deǧil, daha çok siyasi ve ekonomik sonuçlarına odaklanmışlar ve bu çerçevede ideolojik açıklamalarda bulunmuşlardır. Birinci Dünya Savaşı ile ilgili Kadro sayfalarında yer alan deǧerlendirmeler, savaşın sona ermesinden yaklaşık 15 yıl sonra vücut bulan düşünceler olarak ele alınabilir. Bu düşünceleri, savaşı bizzat yaşayan Cumhuriyetin ilk neslinin belli bir bölümünün, savaşla ilgili algısı olarak görmek mümkündür.