Amaç: Bu çalışma, çocukluk çağındaki paroksismal atakların incelenmesinde uzun süreli video elektrensefalografi (EEG) monitörizasyonun rolünü belirlemek için yapıldı. Hastalar ve Yöntemler: Çalışmaya ...165 çocuk (91 erkek, 74 kız; ört. yaş 10; dağılım 218) alındı. Tüm hastalar en fazla beş gün monitörize edildi ve en az üç tipik klinik nöbetin izlenmesi için beklendi. Hastaların monitörizasyon endikasyonları nöbetpsödonöbet ayrımı (n=42, %26), epilepsi ve/veya nöbet sınıflandırması (n=111, %67), elektrofizyolojik değerlendirme (n=12, %7) olarak sınıflandırıldı. Monitörizasyon sonrası kesin tanılar ekstratemporal lob epilepsisi, temporal lob epilepsisi, jeneralize epilepsi, psödonöbet, sınıflandırılmayan nöbetler ve diğerleri şeklinde gruplandmldı. Bulgular: Video EEG monitörizasyonu sırasında ortalama yatış süresi 4.35 gün, bu sürede geçirilen ortalama nöbet sayısı ise 3.7 bulundu. Monitörizasyon sonrasında 43 olguda ekstratemporal lob epilepsisi (%26.1), sekiz olguda temporal lob epilepsisi (%4.8), 10 olguda jeneralize epilepsi (%6.1), 19 olguda psödonöbet (%11.5) tanısı kondu. On dört olguda (%8.5) nöbet geçirilmesine rağmen sınıflandırma yapılamadı. Yatış sırasında 60 olguda (%36.4) nöbet izlenmedi. Sonuç: Uzun süreli video EEG monitörizasyonunun çocukluk çağı paroksismal ataklarının ayırıcı tanısında yararlı bir araç olduğu görüldü.
Objectives: This study was performed to determine the role of longterm video electroencephalography (EEG) monitoring in the assessment of childhood paroxysmal attacks. Patients and Methods: The study included 165 children (91 boys, 74 girls; mean age 10 years; range 2 to 18 years). The longest video EEG monitoring was five days, during which at least three clinically typical seizures were sought. Indications for EEG monitoring were differentiation between seizures and pseudoseizures (n=42, 26%), classification of epilepsy and/or seizures (n=111, 67%) and electrophysiological evaluation (n=12, 7%). Diagnoses made after video EEG monitoring included temporal lobe epilepsy, generalized epilepsy, pseudoseizures, unclassified attacks, and others. Results: The mean stay during EEG monitoring was 4.35 days and the mean number of seizures recorded was 3.7. The paroxysmal attacks were diagnosed as extratemporal lobe epilepsy in 43 cases (26.1%), temporal lobe epilepsy in eight cases (4.8%), generalized epilepsy in 10 cases (6.1%), and pseudoseizures in 19 cases (11.5%). Diagnosis could not be made in 14 cases (8.5%) despite the presence of seizures. Sixty patients (36.4%) did not have seizures during video EEG monitoring. Conclusion: Our results show that longterm video EEG monitoring is a useful tool in the differential diagnosis of childhood paroxysmal attacks.
Amaç: Sekonder jeneralize tonik-klonik nöbetler (SJTKN) sonlanırken, üst veya alt ekstremitelerdeki klonik jerklerin aynı anda sonlanmaması (klonik jerklerin asimetrik sonlanması-KJAS) şeklindeki ...iktal bulgunun ilaç tedavisine dirençli lokalizasyonla ilişkili epilepsilerde lateralizan değerini araştırmak.
Hastalar ve Yöntemler: Hastaların klinik bilgilerinden habersiz ve KJAS görünümüne özel bir dikkat göstererek, 62'si temporal lob epilepsili (TLE), 18'i ekstratemporal lob epilepsili (ETLE) 80 olgunun 149 SJTKN'sinin retrospektif video-teyp analizleri yapıldı. Bu bulgunun görülme sıklığı ve tek başına doğru lateralizasyon yapabilme (DLY) değeri TLE ve ETLE gruplarında araştırıldı, istatistiksel değerlendirmede "independent samples t-test" kullanıldı.
Bulgular: Klonik jerklerin asimetrik sonlanması tüm çalışma grubunun %74.5'inde (DLY %71.1), ETLE grubunun %92.7'sinde (DLY %90.2), TLE grubunun %67.6'sında (DLY %63.8) gözlendi.
Tartışma: Şimdiye kadar tanımlanmamış olan ve iktal terminolojiye tarafımızdan yeni katılan KJAS'nin, uzun süreli video-monitörizasyon koşullarında kolayca saptanabilen, primer epileptik odak ile ipsilateral ilişki gösteren, objektif ve değerli bir lateralizan bulgu olduğunu düşünüyoruz.
Purpose: We investigated the lateralizing value of ictal finding of asymmetric ending of the clonic jerking ,(AECJ) of upper or lower extremities in secondarily generalized tonic-clonic seizures (SGTCSs) in patients with medically refractory localization-related epilepsy.
Material and Methods: Blinded to clinical details, with special attention being paid to the AECJ, a retrospective videotape analysis of 149 SGTCSs was made in 80 patients with temporal lobe (TLE) (n=62) and extratem-poral lobe (ETLE) (n=18) epilepsies. The frequency of the AECJ and its positive predictivity value (PPV) when used alone were assessed in the TLE and ETLE groups. Statistical evaluation was made using the independent samples t-test.
Results: Asymmetric ending of the clonic jerking was observed in 74.5% of the study group (PPV=71.1 %), this being 92.7% (PPV=90.2%), and 67.6% (PPV=63.8%)in the ETLE and TLE groups, respectively.
Conclusion: Asymmetric ending of the clonic jerking, hitherto not defined in the literature, seems to be an objective and valuable lateralizing sign showing ipsilateral relationship to the primary epileptic focus. It can readily be documented during long term video-monitoring.
Poland Syndrome: A Case Report Hacıevliyagil, Süleyman Savaş; Gülbaş, Gazi; Mutlu, Levent Cem ...
Inönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi dergisi,
08/2006
Journal Article
Poland sendromu pektoralis major kasının tek taraflı yokluğu ile karakterize konjenital bir sendromdur. Bu sendroma meme, el ve diğer organ anomalileri de eşlik edebilir. Genellikle sağ tarafı tutar ...ve erkeklerde daha sıktır. Otuzaltı yaşında hemoptizi ile başvuran erkek hastanın çekilen akciğer grafisinde sağ hemitoraksta saydamlık artışı saptandı. Bu nedenle çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde Poland sendromu saptandı. Bu olgu az görüldüğü ve radyolojik özellikleri nedeniyle sunulmuştur. Anahtar kelimeler: Poland sendromu, Pektoralis major kası, Tek taraflı saydam akciğer. Poland Syndrome:
Poland syndrome is a rarely encountered genetical disorder that is characterized with unilateral absence of pectoralis major muscle. Upper extremity deformities and anomalies in the breast, nipple and hand may accompany the syndrome. It is generally right sided and is more frequent in males. A 36 year-old male patient's PA chest X-ray who was admitted with the complaint of haemoptysis, showed rightsided hyperlucency. His chest computed tomography demonstrated Poland syndrome. This patient was presented as case report because of rarity of Poland syndrome. Key words: Poland syndrome, Absence of pectoralis major, Unilateral hyperlusensy. Poland sendromu tek taraflı pektoralis major kasının yokluğu ile karakterize konjenital
Çalışmamızda değişik ölüm sebepleriyle Adli Tıp Kurumu morguna otopsi amacıyle gelen 60 hastane kökenli, 60 hastane dışı olmak üzere toplam 120 olgunun asepsi koşullarında antemortem steril olarak ...kabul edilen bronşial mukus ve kalp kanı , materyalleri alınmış ve Gram negatif çomak üremesi bakımından bakteriyolojik incelemeleri yapılmıştır. Olguların morgda kaldıkları 1-3 gün boyunca değişik zaman aralıklarında alman materyallerinde postmortem Gram negatif çomakların varlığını, saptanan çomakların cins ve tür düzeyinde tanısı ve en önemlisi morgda kalma süreleriyle üreme insidansları arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalıştık. Her iki materyalde üreme bakımından farklı araştırma grupları arasında bronşial mukus ve kalp kanında Gram negatif çomak üreme oranı bakımından anlamlı bir fark sapta- yamamıza (p>0.05) karşın, yüzde olarak hastane kökenli olgularda daha fazla üreme belirlenmiştir. Hastane ve hastane dışı otopsi olgularının morgda kalma süreleri içinde üreme insidansları karşılaştırıldığında hastane kökenlilerde alınan tüm materyallerde morg süresi uzadıkça üreme oranının azaldığı (p küçüktür 0.002), hastane dışında ise ise bunun tam tersine bir korelasyonla morgda kalma süresinin uzamasıyle üremenin arttığı (p büyüktür 0.05) saptanmıştır. Sonucumuz hastane kökenli otopsi olgularının yoğun bir bakteriyal kontaminasyona maruz kaldıklarını, hastane dışı otopsi olgularında ise mikroorganizma üreme ve yayılmasına engel teşkil eden dokusal mikroorganizma florası ve anatomik bölgelerin bozulmamasmın önemini ortaya koymuştur. Ayrıca her iki araştırma grubunda alman bronşial mukus ve kalp kanı kültüründe en fazla Escherichia coli'nin izole edilmesi, olguların postmortem yoğun bir enterik bakteri kontaminasyonuna maruz kaldıklarını göstermiştir. Anahtar sözcükler: Hastane Otopsisi, Hastane Dışı Otopsisi, Bronşial Mukus, Kalp Kanı, Gram Negatif Çomak.
Çalışmamızda değişik ölüm sebepleriyle Adli Tıp Kurumu morguna otopsi amacıyle gelen 60 hastane kökenli, 60 hastane dışı olmak üzere toplam 120 olgunun asepsi koşullarında antemortem steril olarak ...kabul edilen bronşial mukus ve kalp kanı , materyalleri alınmış ve Gram negatif çomak üremesi bakımından bakteriyolojik incelemeleri yapılmıştır. Olguların morgda kaldıkları 1-3 gün boyunca değişik zaman aralıklarında alman materyallerinde postmortem Gram negatif çomakların varlığını, saptanan çomakların cins ve tür düzeyinde tanısı ve en önemlisi morgda kalma süreleriyle üreme insidansları arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalıştık. Her iki materyalde üreme bakımından farklı araştırma grupları arasında bronşial mukus ve kalp kanında Gram negatif çomak üreme oranı bakımından anlamlı bir fark sapta- yamamıza (p>0.05) karşın, yüzde olarak hastane kökenli olgularda daha fazla üreme belirlenmiştir. Hastane ve hastane dışı otopsi olgularının morgda kalma süreleri içinde üreme insidansları karşılaştırıldığında hastane kökenlilerde alınan tüm materyallerde morg süresi uzadıkça üreme oranının azaldığı (p küçüktür 0.002), hastane dışında ise ise bunun tam tersine bir korelasyonla morgda kalma süresinin uzamasıyle üremenin arttığı (p büyüktür 0.05) saptanmıştır. Sonucumuz hastane kökenli otopsi olgularının yoğun bir bakteriyal kontaminasyona maruz kaldıklarını, hastane dışı otopsi olgularında ise mikroorganizma üreme ve yayılmasına engel teşkil eden dokusal mikroorganizma florası ve anatomik bölgelerin bozulmamasmın önemini ortaya koymuştur. Ayrıca her iki araştırma grubunda alman bronşial mukus ve kalp kanı kültüründe en fazla Escherichia coli'nin izole edilmesi, olguların postmortem yoğun bir enterik bakteri kontaminasyonuna maruz kaldıklarını göstermiştir. Anahtar sözcükler: Hastane Otopsisi, Hastane Dışı Otopsisi, Bronşial Mukus, Kalp Kanı, Gram Negatif Çomak.
Bu çalışmada, ilmi gelenekler içerisinde ehemmiyetli bir yer işgal eden Mâverâünnehir âlimlerinin Osmanlı uleması üzerindeki tesirlerini, fıkıh ilmi özelinde ve Kefevî’nin Ketâibu a‘lâmi’l-ahyâr min ...fukahâi mezhebi’n-Nu‘mâni’l-muhtâr isimli eseri çerçevesinde ele almayı hedefliyoruz. Bu tercihin sebeplerini ifade etmek gerekirse fıkıh ilmi, hukukî yapıyı belirleyen ve sosyal hayatı düzenleyen bir disiplin olması hasebiyle İslam toplumları için her zaman müstesna bir yer işgal etmiştir. Osmanlı ulemasının Hanefi fıkhını tevarüs ettikleri en önemli kaynak ise Mâverâünnehir âlimleri olmuştur. Hukukî hayatı ve toplumsal yaşamı düzenlemedeki fonksiyonu ise fıkhı, ilim geleneğinin birinci derecede iştigal alanı haline getirmiştir. Osmanlı ulemasının Hanefî mezhebine bağlı olduğu, Hanefî fıkhını da ağırlıklı olarak Mâverâünnehir ulemasına dayalı ilim silsilesi vasıtasıyla tahsil ettiği ve bu ulemanın eserlerinden faydalandığı dikkate alınırsa, aradaki ilişkiyi ortaya koymak için çalışmada neden fıkıh ilminin tercih edildiği açıklık kazanacaktır. Mâverâünnehir âlimlerinin Osmanlı uleması üzerinde fıkıh ilmi çerçevesinde yaptığı tesirin neden Kefevî’nin eseri üzerinden ele alınacağıyla alakalı olarak şu hususlar dile getirilebilir. Kefevî bu eserinde Hanefî fakîhleri Ebu Hanîfe’ye bağlayan isnad zincirine ve ‘an‘anelere yer vermiştir. Nitekim Kefevî’nin kaydettiği bu verilerden hareketle Hanefî fıkıh geleneğinin bir şeceresini çıkarmak mümkün olacaktır. Kefevî’nin çalışması yalnızca bir fakîhin hocaları, talebeleri ve eserleri ile alakalı biyografik ve bibliyografik malumat vermekle yetinmemekte, o fakîhin Ebu Hanîfe’ye kadar uzanan ilim silsilesini, dikkat çekici görüşlerini ve içinde yer aldığı önemli olayları da kaydetmek suretiyle ilmî zihniyet hakkında ayrıntılı tahliller yapmaya imkân veren bir malzeme sunmaktadır. Bu bakımdan Kefevî ve eseri, Mâverâünnehir âlimlerinin Osmanlı ulemâsı üzerine fıkıh ilmi çerçevesinde yaptığı tesiri incelemek için, isabetli bir seçim olacaktır. Bu inceleme neticesinde Hanefiliğin doktrinin ve literatürünün gelişmesinde, Mâverâünnehir bölgesinde gösterilen ilmi faaliyet oldukça etkili olduğu söylenebilir. Ayrıca Osmanlı ulemasının Hanefi fıkhını tevarüs ettikleri en önemli kaynak ise Mâverâünnehir âlimleri olmuştur. Bu intikal Mâverâünnehir âlimleri ve de literatür vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Osmanlı medreselerinde fıkıh ilmi özelinde çoğunlukla Mâverâünnehir âlimlerinin eserleri okunmuş ve bu eserler üzerine birçok çalışma kaleme alınmıştır. Son olarak Osmanlıda fıkıh geleneğinin ana kaynağını Mâverâünnehir kökenli Hanefî âlimlerin, eserlerinin ve fıkıh anlayışlarının oluşturduğu rahatlıkla ileri sürülebilir.