Amaç: Biz bu çalışmamızda, Türk popülasyonunda 11-14. gebelik haftaları için IT ve BPD persantil değerleri oluşturmayı ve intrakranial saydamlık ölçümünün fetal anomali ve gebelik komplikasyonlarını ...öngörmedeki etkinliğini araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntemler: Çalışmamız retrospektif olarak Ocak 2022 - Nisan 2022 tarihleri arasında Tıp Fakültesi Perinatoloji polikliniğinde 535 hastanın verileri değerlendirilerek yapılmıştır. Gestasyonel yaş (GA), son adet tarihinin ilk gününden itibaren hesaplandı ve baş-popo uzunluğu (CRL) ölçülerek doğrulandı. CRL ölçümleri 45-84 mm arasında olan tekil gebelikler çalışmaya dahil edildi. Yapısal veya kromozom anomalisi olan, NT ≥3 mm olan, ultrasonografide spina bifida saptanan veya intrauterin ex fetüs saptanan gebelikler çalışma dışı bırakıldı.
Bulgular: 535 gebe hasta değerlendirilmiş, 15 ikiz gebelik, yapısal veya kromozomal anomalili fetüsler (dördü kistik higroma, ikisi down sendromlu, ikisi ensefalosel ve biri vertebral anomalili), intrauterin ex fetüs (n=2) , NT ölçümleri ≥ 3 mm olan (n=5) toplam 31 gebe çalışma dışı bırakıldı. Geriye kalan 504 gebe, CRL ölçümleri 45-54 mm, 55-64 mm, 65-74 mm ve 75-84 mm olacak şekilde gruplandırılarak; IT ve BPD'nin 5., 50. ve 95. persentil değerleri hesaplanmıştır. Ayrıca IT ve BPD'nin 5., 50. ve 95. persentil değerleri, gebelik haftaları 11-11 hafta 6 gün ,12-12 hafta 6 gün, 13-13 hafta 6 gün ve 14-14 hafta 2 gün olarak gruplandırılarak hesaplanmıştır.
Sonuç: İlk trimesterde BPD ve IT için belirlenen 95 persentil değerlerinin mevcut popülasyonda açık spina bifida, anöploidi ve yapısal kraniyal anomalilerin taranmasında kullanılabilecek pratik yöntemler olabileceğini düşünmekteyiz.
Anterior dişler yüz estetiğinin en önemli unsurlarından biridir. Ön grup dişlerdeki çapraşıklıklar, çürükler, diastemalar, florozis ya da hipoplaziler gibi konjenital ve edinsel anomaliler estetik ...problemlere yol açmaktadır. Mine hipoplazisi, mine kalınlığının azalmasıyla meydana gelen düzensiz kayıplardır. Minenin primer defektlerinde görüldüğü gibi metabolik bozukluğa veya genetik geçişe bağlı olarak da gözlenebilir. Hastanın kayıp dental estetik görünümünü yerine getirebilmek ve optimal fonksiyonu sağlayabilmek amacıyla çeşitli restoratif uygulamalar tercih edilmektedir. Adeziv sistemler ve rezin materyallerdeki gelişmelerle birlikte kompozit lamina uygulamaları, konservatif ve daha az invaziv bir tedavi seçeneği olarak oldukça popüler hale gelmiştir. Bu olgu sunumunun amacı, 24 yaşındaki erkek hastanın anterior dişlerindeki mine defektlerinin ve diastemaların direkt kompozit rezin lamina uygulamaları ile restore edilmesi ve klinik takiplerle estetik yeterliliklerinin değerlendirilmesidir.
Aim: The aim of this study is to evaluate the frequency of congenital heart diseases (CHD) encountered in low-risk and high-risk pregnant women by fetal echocardiographic (FE) examination.
Material ...and Method: The records of 855 pregnant women with a gestational week greater than 16 who applied to the pediatric cardiology outpatient clinic of our hospital between July 2019- October 2021 and underwent FE were analyzed retrospectively.
Results: CHD was detected in 109 (12.7%) of 855 pregnant women who were referred to our center and underwent FE examination. Frequency of CHD was given according to risk groups. The rate of CHD in patients in the high-risk group was 15.2%, while it was 9% in patients in the low-risk group (p=0.008). Significant CHD was 6.2% in the high-risk group versus 2.7% in the low-risk group (p=0.016). The most common structural cardiac anomaly in FE examination was ventricular septal defect (38.5% in 42 fetuses), and the second most common cardiac anomaly was atriyoventricular septal defect (18.3% in 20 fetuses).
Conclusion: In our study, it was found a higher rate of CHD in pregnant women in the high-risk group than in the low-risk group and especially significant CHD was detected more common in pregnant women in the high-risk group.
Amaç: Bu çalışmanın amacı düşük riskli ve yüksek riskli gebelerde karşılaşılan konjenital kalp hastalıkları (KKH) sıklığının fetal ekokardiyografi (FE) tetkiki ile araştırılmasıdır
Materyal Metod: Temmuz 2019-Ekim 2021 tarihleri arasında hastanemiz çocuk kardiyoloji polikliniğine başvuran ve FE uygulanan gestasyonel haftası 16 dan büyük 855 gebenin kayıtları geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: Çalışma yaptığımız merkezimize yönlendirilerek FE incelemesi yapılan 855 gebenin 109'unda (%12,7) KKH saptandı. KKH sıklığı risk gruplarına göre verildi. Başvuru nedenlerine göre yüksek riskli grupta yer alan hastalarda DKH nın oranı % 15.2 iken düşük riskli gruptaki hastalarda % 9 olarak tespit edildi (p=0.008). Önemli DKH yüksek riskli grupta % 6.2 iken düşük riskli grupta % 2.7 idi (p=0.016). Fetal ekokardiyografi incelemesinde en sık rastlanan kardiyak anomali ventriküler septal defekt (42 fetusta %38.5) ve ikinci sıklıkta tespit ettiğimiz kardiyak anomali ise atriyoventriküler septal defekt idi (20 fetusta % 18.3).
Sonuç: Çalışmamızda yüksek risk grubundaki gebelerde düşük risk grubundakilere göre daha yüksek oranda KKH bulundu ve özellikle önemli KKH yüksek risk grubundaki gebelerde daha sık saptandı.
Konjenital batın ön duvarı defektleri nadir görülen yapısal anomalilerdir. Bu olguların ve eşlik eden anomalilerin erken saptanması, bebeklerin doğumdan sonra yatırılarak izleminin ve bakımlarının ...erken başlanması prognozu etkilemektedir. Bu çalışma 4 yıllık süre içinde hastanemizde doğmuş ve yenidoğan yoğun bakım ünitemizde takip edilmiş batın ön duvarı defekti tanılı olguların canlı doğumlar içindeki sıklığını, prenatal tanı oranlarını, demografik ve klinik verilerini incelemek amacıyla yapılmıştır. Haziran-2015 ile Ekim 2019 tarihleri arasında batın ön duvarı defekti tanısı ile yatırılarak izlenen 23 hastanın demografik ve klinik verileri retrospektif olarak incelendi, föy oluşturulduktan sonra hasta dosyaları tarandı. Çalışmamızda hastanemize başvuran batın ön duvarı defektlerinin çoğu doğum sırasında teşhis edilmişti. Antenatal takip edilen sadece 5 olgu prenatal tanı ile yatırılmıştı. Çalışmadaki olguların çoğunluğunu takipsiz gebeliklerden olan bebekler oluşturmuştu. Olguların çoğunluğunu omfaloselli bebekler (%56.5) idi. Olguların toplam mortalite oranı %26.1 idi. Mortalite ve morbiditeyi etkileyen en önemli faktörün eşlik eden anomaliler olduğu görüldü. Batın ön duvarı defekti olan olguların çoğunluğunu omafaloselli hastalar oluşturuyordu. Bu olgularda prenatal tanı oranı oldukça düşüktü. Antenatal takip ve 3.-4. düzey yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin olduğu merkezlerde doğumun yaptırılmasının, mortalite ve morbiditeyi azaltmada etkili olacağı düşünüldü.
AbstractObjectives:To compare the incidences of dentinal defects caused by Reciproc and WaveOne GOLD NiTi files during root canal preparation and to exam the effect of number of file usage on the ...incidence of dentinal defect. Materials and Methods:Two hundred seventy mandibular incisor teeth were randomly divided into 3 different groups as follows: negative control (no preparation performed) (n: 30), Reciproc (n: 120) and WaveOne GOLD (n: 120) groups. The specimens were sliced at 3, 6 and 9 mm from the apex. Microscopic pictures of the specimens were taken with the aid of light emitting diode and the dentinal defects were examined. Results:There was no statistically difference among the WaveOne GOLD, Reciproc and control groups in terms of dentinal defect formation. The number of dentinal defects occurred in apical region in Reciproc group following 4thuse was found to be statistically higher than 1st, 2nd, and 3rduse in WaveOne GOLD group (P< .05).Conclusion:All the NiTi files tested in present study were found to cause defect in root canal dentin but there were not significant difference among the WaveOne GOLD, Reciproc and control groups in term of total dentinal defect formation
Hipofiz adenomları gerçek kapsül ihtiva etmeyen adenohipofizyel hücrelerden oluşan metastaz yapmayan neoplazilerdir. Hipofiz adenomları intrakraniyel kitlelerin %10-15'ini oluştururlar. En sık 3-6. ...dekadlarda görülürken, çocuklarda nadirdir. Hipofiz adenomları boyut olarak 1 cm’den küçük ise mikroadenom, 1 cm’den büyük ise makroadenom olarak sınıflandırılır. Mikroadenomların aksine makroadenomlar görsel semptomlara, görme alanı defektine ve hipofiz yetmezliğine sebep olabilir. Hipofiz makroadenomları, benign tümöral olgular olarak kabul edilseler de nörovasküler bası ve hipopituitarizm yoluyla klinik tabloyu kötüleştirebilirler. Optik sinire bası yapan tümor patofizyolojik olarak desendan optik atrofiye yol açabilir. Optik diskin atrofik görünümü hastanın görme keskinliğini ve görme kalitesini önemli derecede düşüren, bir takım klinik olaylar zincirinin son basamağı olarak karşımıza çıkan bir tablodur. Bu nedenle takip ve tedavide fikir sahibi olabilmek için optik atrofi ile karşılaşıldığında ayırıcı tanı yapmak, hasta için önem arz etmektedir. Biz bu olguda tek taraflı optik disk atrofisinden yola çıkılarak yapılan görüntüleme sayesinde tanı konulan makroadenom hastasını sunmayı amaçladık
Sažetak. Cilj: Cilj je ovog rada prikazati kliničke karakteristike i rezultate kirurškog liječenja petero bolesnika s dvostrukom (pregrađenom) desnom klijetkom (engl. Double-Chambered Right Ventricle ...– DChRV) kao mogućom posljedicom ventrikularnoga septalnog defekta (VSD). Rezultati istraživanja: U petero djece (4 djevojčice i 1 dječak) u dobi od 2,3 do 11,3 godine (srednja dob 6,3 godine) dijagnosticiran je intrakavitarni gradijent desne klijetke zbog pregradnje aberantnim mišićnim snopovima. Svi su bolesnici imali VSD s hemodinamski nevažnim lijevo-desnim pretokom (Qp/Qs od 10 do 31%). U troje djece DChRV razvio se s primarnim VSD-om, kod jednog s ostatnim defektom nakon zatvaranja perimembranoznog VSD-a zakrpom, a u jednog se djeteta desna klijetka pregradila približno 4 godine nakon primarno zatvorenog VSD-a. Intrakavitarni gradijent mjeren je s pomoću katetera end-hole u rasponu od 50 do 90 mmHg. Dva bolesnika nisu imala subjektivnih tegoba srčane naravi, a u troje se opisuje umor pri pojačanim naporima. Kod dva bolesnika VSD je bio smješten proksimalno od pregradnje (perimembranozni), a kod dva distalno (subaortalni-suprakristalni, konalni – doubly committed). Jedna je bolesnica imala dva VSD-a, jedan smješten proksimalno, a drugi distalno od pregradne stenoze. Dosad je grješka kardiokirurški korigirana u tri bolesnika patch-plastikom VSD-a i uklanjanjem zapreke u desnoj klijetki resekcijom aberantne muskulature, sve u dobi od 2 godine i 7 mjeseci do 6 godina i 3 mjeseca. Isti zahvat planiran je u još jednog bolesnika, dok se u drugoga planira izolirana resekcija aberantnog snopa. Postoperativnih komplikacija i subjektivnih simptoma srčane naravi u naših bolesnika nije bilo, a maksimalni intrakavitarni gradijent bio je 20 mmHg. Zaključak: Pregradnja desne klijetke vjerojatno je uzrokovana postojanjem VSD-a, neovisno o veličini i lokalizaciji, a može se razviti kod primarnog i rezidualnog VSD-a te nakon njegova uspješnog zatvaranja. Stoga pacijente s VSD-om, osobito perimembranoznim i suprakristalnim, valja dugotrajno kontrolirati u duljim vremenskim razmacima i nakon operacije. To je osobito važno zbog mogućnosti recidiva pregrađivanja, pojave subaortalne membrane i/ili insuficijencije aortalne valvule. Kirurško uklanjanje hipertrofičnog i aberantnog tkiva prikladan je oblik liječenja s relativno rijetkim teškim komplikacijama, što, s obzirom na očekivani progresivan tijek bolesti, opravdava operaciju pri znatnoj opstrukciji DChRV-a i odsutnosti simptoma.
Objectives: The aim of this study was to evaluate effect of local rifamycin application on BMP-2 expression and bone healing.Materials and Methods: A standardized 5.0-mm- diameter critical size bone ...defect was created mandible angulus region. In the control group (8 rats) defects were left empty. In the Group 1 (n=8 rats) defect was irrigated with rifamycin solution and 25 mg rifamycin solution injected defect area at 1, 3, 7 days after surgery. In the group 2 (n=8 rats) defects were grafted with a gelatin sponge mixed 25 mg rifamycin solution. Rats were sacrificed at 21 days after surgery. Histological slides were prepared from defect site for both immunohistochemical analysis (bone morphogenetic protein-2 (BMP-2) antibody) and histomorphometric analysis. Data were analyzed using Mann Whitney U and Kruskall Wallis test.Results: The average new bone formation, number of osteoblast and new vessel formation count were increased more in both of experimental groups in comparison with control group. Anti-BMP-2 labelling (Cell count) was increased more in both of experimental groups in comparison with control group. Conclusion: Local rifamycin application has positive effects on BMP-2 expression and bone regeneration at critical sized bone defects.
Amaç: Boyun cildi defektleri genellikle kontraktür sebestleştirilmesi veya malign/benign tümör eksizyonu sonrası meydana gelir. Sık kullanılan boyun cilt rekonstrüksiyon yöntemleri Z-plastiler, cilt ...pediküllü veya perforatör flepler ve serbest fleplerdir. Bunlara ek olarak son zamanlarda pre-ekspanse perforator cilt flepleri cilt defekt rekonstrüksiyonlarında sıkça kullanılmaktadır. Cilt fleplerinin ekspansiyonu rekonstrüksiyon ve donor alan onarımı için daha fazla doku sağlar. Ayrıca defektlerin yakın doku ile rekonstrüksiyonu, renk ve yapı uyumu açısından iyi sonuçlar verir.Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada 7’si boyun kontraktür açılması sonrası ve 1’i konjenital dev kıllı nevus eksizyonu olmak üzere boyunda cilt defekti olan 8 hasta değerlendirildi. Tüm defektlere toplam 11 adet preekspanse oksipito-serviko-dorsal ada flebi ile onarım uygulandı. En geniş flep boyutu 9x23 cm iken en küçük flep boyutu 5x13 cm idi. Ortalama hasta yaşı 15.8 idi ve ortalama ekspansiyon zamanı 11.5 hafta idi.Bulgular: Hastalar ortalama 27,8 ay takip edildi. bir hastada doku genişletici ekspozisyonu oluşurken başka bir hastada %50 flep nekrozu görüldü. Tüm hastalarda estetik ve fonksiyonel sonuçlar kabul edilebilir seviyelerdeydi.Sonuç: Preekspanse oksipito-serviko-dorsal flep, orta büyüklükteki boyun defektlerinde kullanılabilecek uygun bir rekonstrüksiyon seçeneğidir. Tanımlanan flep, özellikle ön servikal ve torakal cildi uygun olmayan ve dorsal serviko-dorsal cildi sağlam olan hastalarda uygulanabilecek yeni bir rekonstrüktif metod olarak sunulmuştur.