Yapıştırıcılar; üretim, montaj ve onarım için kullanılan birleştirme elemanlarıdır. Farklı tür ve özellikteki yapıştırıcılar günümüzde yaygın olarak kullanılmakta ve yapıştırıcıların içerisine ...nanopartiküller eklenerek mekanik özelliklerinin iyileştirilmesi amaçlanmaktadır. Yapılan bu çalışmada bireysel ve sanayi uygulamalarında metal yüzeylerin yapıştırılmasında kullanılan ve iki farklı epoksi yapıştırıcının içerisine iki farklı çapta çok duvarlı karbon nanopartiküller ağırlıkça %0,5 - %5 aralığındaki oranlarda katılarak farklı pürüzlendirilmiş yüzeylerdeki yapıştırıcıların yapışma dayanımındaki değişimler incelenmiştir. Yüzey durumu, nanopartikül çapı ve yapıştırıcı türüne göre %2-%3,5 oranına kadar yapışma dayanımında artış görülürken bu oranlarda sonra nanopartüllerin olumsuz etkileri ortaya çıkarak yapışma dayanımında düşüşler tespit edilmiştir.
Atmosferik basınçlı plazma (ABP) uygulamaları, hızlı ve kolay-stabil şekilde malzeme yüzeylerine uygulanabilirliğinden ve vakum altında yapılan plazma uygulamalarına göre çok sayıda avantaja sahip ...olduğundan dolayı günümüzde birçok alanda ön plana çıkmaya başlamıştır. ABP ile malzemelerin yüzey enerjilerinin, yapışma davranışlarının ve yüzey mekanik özelliklerinin iyileştirilmesi mümkündür. Bu bağlamda metal malzemelerin yapıştırılması işleminde daha detaylı araştırmalar yapılarak süreç parametrelerinin ortaya konulmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada ABP uygulamasının, galvaniz kaplamalı çelikler (H300LAD) ile paslanmaz çeliklerin (H300LA) yapıştırma bağının dayanımları üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Deney parametreleri olarak iki farklı malzeme (H300LAD ve H300LA), iki farklı yapıştırıcı (Marocol 18576 ve Erde G-Force) ve üç farklı plazma uygulama hızı (5 mm/s, 10 mm/s ve 15 mm/s) belirlenmiştir. Sonuçlar, ABP uygulamasının metal yapıştırma işleminde iyileşmeler sağladığını göstermektedir.
Atmospheric pressure plasma (APP) applications have started to come to the fore in many areas today because of their fast and easy-stable applicability to material surfaces and because they have many advantages compared to plasma applications made under vacuum. With APP, it is possible to improve the surface energies, adhesion behavior and surface mechanical properties of materials. In this context, there is a need to reveal the process parameters by making more detailed studies in the bonding process of metal materials. In this study, the effects of APP application on the adhesion strength of galvanized steels (H300LAD) and stainless steels (H300LA) were investigated. Two different materials (H300LAD and H300LA), two different adhesives (Marocol 18576 and Erde G-Force) and three different plasma application velocities (5 mm/s, 10 mm/s and 15 mm/s) were determined as experimental parameters. The results show that APP application provides improvements in metal bonding process.
Bu çalışmada, metal yüzeyleri korumak amacıyla kullanılan epoksi kaplamaya katılan ZnO nanopartiküllerin kaplamanın mekanik ve antikorozif özellikleri üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Çalışma iki ...aşamada gerçekleştirilmiştir. İlk aşamada hem katılacak partikül miktarını belirleyerek kompozit malzemeyi üretmek hem de bu malzemenin özelliklerini belirlemek için çalışmalar yapılmıştır. Deneysel çalışmalar sonucunda epoksi matrise ağ. %0,5, 1 ve 1,5 oranlarında nano ZnO katılmasına karar verilmiştir. Bu oranlarla hazırlanan kompozit malzemelere uygulanan çekme testi sonunda en yüksek özellikler ağ. %1 ZnO nanopartikül katılan kompozit malzemede elde edilmiştir. Nanokompozitlerin diğer özelliklerini belirlemek amacıyla ayrıca; DSC, TGA, FTIR, SEM analizleri yapılmıştır. İkinci aşamada hazırlanan nanokompozitler çelik test plakaları üzerine kaplanmıştır. Kaplamaların antikorozif performansı asit çözeltisine daldırma ve tuz sisi testleri ile incelenmiştir. Korozyon testi sonuçlarına göre, en iyi sonuç %1 ZnO nanopartikül katılan kompozit kaplamada elde edilmiştir. Ayrıca kaplamaların darbe dayanımı, esnekliği ve çelik alt tabakaya yapışma özellikleri çeşitli testlerle incelenmiştir.
In this study, the effect of ZnO nanoparticles added to the epoxy coating used to protect metal surfaces on the mechanical and anticorrosive properties of the coating was investigated. The study was carried out in two stages. In the first stage, studies were carried out both to produce the composite material by determining the amount of particles to be added and to determine the properties of this material. As a result of the experimental studies, it was decided to add nano ZnO to the epoxy matrix at 0.5%, 1 and 1.5% by weight. At the end of the tensile test applied to the composite materials prepared with these ratios, the highest properties were obtained in the composite material with 1% ZnO nanoparticles by weight. In order to determine other properties of nanocomposites; DSC, TGA, FTIR, SEM analyzes were made. In the second step, the prepared nanocomposites were coated on steel test plates. The anticorrosive performance of the coatings was investigated by acid solution immersion and salt fog tests. According to the corrosion test results, the best result was obtained in the composite coating with 1% ZnO nanoparticles. In addition, the impact resistance, flexibility and adhesion properties of the coatings to the steel substrate were investigated by various tests.
Amaç: Preeklampsi (PE), gebe kadınları etkileyen en önemli sağlık sorunlardan biri olmasına rağmen, hastalığın ortaya çıkmasındaki etiyopatogenetik faktörler hala net değildir.
Çalışmamızda ...preeklamptik ve kontrol grubu sağlıklı plasentalarda trombosit endotel hücre adezyon molekülü-1’in (PECAM-1) ekspresyon düzeylerini araştırmayı amaçladık.
Yöntemler: Plasental doku örnekleri, PE tanısı konan hastalardan ve sağlıklı normal gebelerin doğum sonrası plasentalarından elde edildi ve adhezyon molekülü PECAM-1’in
ekspresyon seviyeleri için immünohistokimyasal yöntemlerle analizleri yapıldı.
Bulgular: Subkoryonik hematomu olan abortus imminensi kadınlar ile subkoryonik hematomu olmayan abortus imminensli kadınlar arasında yaş, parite ve gravite açısından
anlamlı bir fark saptanmadı. Subkoryonik hematomu olan kadınlarda anti-kardiyolipin antikor pozitifliği subkoryonik hematomu olmayan kadınlara göre istatistiksel olarak
anlamlı daha yüksek saptandı. Ayrıca araştırmamızda anti-kardiyolipin antikor pozitif olan gebelerde anti-kardiolipin pozitif olmayan gebelere göre olumsuz gebelik sonuçları
daha sık görüldü.
Sonuç: Kontrol grubunun plasentalarında plasental villusun damar duvarlarını kaplayan endotelyal hücrelerde PECAM-1’in zayıf bir tutulumu bulunmuş, ancak PE grubunun
plasentalarında ise PECAM-1 tutulumu yüksek seviyede saptanmıştır.
Postoperatif intraabdominal adezyonlar cerrahi alanda ameliyat sonrası karşılaşılan önemli bir problemdir ve ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Bu ciddi komplikasyonlar morbidite artışıyla beraber, ...ileus, kronik pelvik ağrı, infertilite şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada postoperatif intraabdominal adezyonların önlenmesi için Ankaferd Blood Stopper® kullanılması ve etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.Ankaferd Blood Stopper® (ABS); Thymus vulgaris, Glycyrrhiza glabra, Vitis vinifera, Alpinia officinarum ve Urtica dioica bitkilerinin özlerinden elde edilmiş kanama önleyici bir bitki özütüdür. Lokal kanama durdurma etkisinin yanı sıra, bakteriyostatik ve antibakteriyel özelliği bulunmaktadır.Deneysel çalışmamıza dahil edilen toplam 120 rat, kendi aralarında 3 tane işlem grubuna (Laparotomi grubu, Laparotomi + Çekal abrazyon grubu, Laparotomi + Cornu uteri dikiş grubu) ayrıldı. Her bir işlem grubu ise kullanılan solüsyon materyaline göre %0,9 NaCl grubu, ABS grubu, herhangi bir madde uygulanmayan grup, icodextrin (%4) grubu olmak üzere 4 alt gruba ayrıldı. Her bir ratın ventral abdominal duvarında standart 3 cm’lik deri ensizyonu yapılıp, batına girildi. Laparotomi grubunda abdominal organlara herhangi bir işlem yapılmadan, kendi içinde gruplara ayrılan ratlarda seçilen solüsyonlar batın içine verildi. Laparotomi + Çekal abrazyon grubunda, cecum’un antimezenterik sınırına ve kendisine karşı gelen abdominal duvara standart kuvvette gazlı bez ile 20 kere peteşiyel kanama oluşması için abrazyon işlemi uygulandı ve bulunduğu alt gruba uygun solüsyonlar batın içine uygulandı. Laparotomi + Cornu dikiş grubunda, her bir deneğin sağ cornu uteri’si, corpus uteri’nin 1 cm kraniyalinden olacak şekilde ensize edildi ve hepsi aynı şekilde basit sürekli dikiş ile kapatıldı. Batın kapatılmadan bulunduğu alt gruba uygun solüsyonlar batın içine uygulandı. İşlemlerden 21 gün sonra denekler ötenazi edildi.İntraabdominal adezyon gelişimi, daha önce belirlenmiş olan kantitatif değerlendirme ve adezyon şiddeti derecelendirme skoruna göre kör olarak değerlendirildi. Hasarlı yüzeyde oluşan adezyonlardan histopatolojik inceleme için biyopsi alındı. Hazırlanan preparatlar Hematoksilen-Eozin boyası ile boyandıktan sonra, dokulardaki fibroblastik aktivite, yangısal hücreler ve vasküler proliferasyon açısından değerlendirildi. İstatistiksel analizler için bütün gruplar arası karşılaştırmalar mikroskobik, makroskobik bulgular ve ELISA verileri median (minimum-maksimum) olarak ifade edildi. Gruplar arasındaki Metalloproteinazların doku inhibitörü-1, Matriks metalloproteinaz- 9, İnterlöykin- 6, Tümör nekrozis faktör- α, Transforme edici büyüme faktörü- β1’i kapsayan ELISA verileri ile adezyon skorlarının mikroskobik ve makroskobik karşılaştırılmasında “Kruskal-Wallis varyans analizi” yöntemi kullanıldı. Post-hoc karşılaştırmalarda “Dunn-Bonferroni testi” uygulandı. Değişkenler arasındaki ilişkiler ise “Spearman sıra korelasyon katsayısı” ile incelendi. İstatistiksel analizlerde anlamlılık düzeyi olarak p< 0,05 alındı.Yapılan değerlendirmeler sonunda makroskobik değerlendirme skorları için ABS ile diğer gruplar arasında negatif düzeyde anlamlı fark bulundu. Histopatolojik incelemenin mikroskobik değerlendirmesinde ABS ile diğer gruplar arasında negatif düzeyde anlamlı fark bulundu.Ankaferd Blood Stopper®’ın postoperatif intraabdominal adezyonları önlemede etkinlik sağlamadığı belirlenmiş olup, bununla birlikte abdominal organ hasarları verdiği için kullanılmasının zararlı olabileceği kanısına varılmıştır. Adezyon oluşum mekanizmaları ve etkili ajanların bulunması için ileri çalışmalara gereksinim vardır.
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, kendinden pürüzlendirmeli ve asitle-yıka teknikle uygulanan üniversal bağlayıcı ajanların dentine olan makaslama bağlanma dayanımlarını değerlendirmektir.
GEREÇ VE YÖNTEM: ...Çalışmamızda toplam 48 adet sağlam üçüncü büyük azı dişi kullanıldı. Oklüzal mine uzaklaştırıldıktan sonra açığa çıkan dentin yüzeyleri düzleştirildi. Dişler rastgele dört gruba ayrıldı ve elmas disk yardımıyla bukko-lingual yönde ikiye bölündü. Elde edilen yarımların her birine kendinden pürüzlendirmeli (a) veya asitle-yıka teknikle (b) All Bond Universal (Grup 1a ve 1b), Gluma Bond Universal (Grup 2a ve 2b) veya Single Bond Universal (Grup 3a ve 3b) bağlayıcı sistemleri üretici firma talimatlarına göre uygulandı. Clearfil SE Bond (Grup 4a) kendinden pürüzlendirmeli ve Optibond FL (Grup 4b) asitle-yıka tekniğiyle kontrol grubu olarak kullanıldı. Örnekler nanohibrit kompozit rezin (Filtek Z550) kullanılarak restore edildi. Isıl yorma işleminden sonra örneklere üniversal test cihazında 0.5 mm/dk hızla makaslama bağlanma testi uygulandı. Oluşan kırık tipleri stereomikroskop altında ×40 büyütmede incelendi. Elde edilen veriler iki yönlü varyans analizi (ANOVA) ve Tukey çoklu karşılaştırma testi kullanılarak analiz edildi.
BULGULAR: Üniversal bağlayıcı sistemlerin makaslama bağlanma değerleri arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05). Kendinden pürüzlendirmeli (a) gruplarında asitle-yıka (b) gruplarına göre anlamlı derecede daha yüksek bağlanma değerleri gözlendi (p<0.05). Hem kendinden pürüzlendirmeli hem de asitle-yıka teknikle uygulanan materyaller arasında Single Bond Universal en yüksek bağlanma dayanımını gösterirken en düşük bağlanma dayanımı All-Bond Universal grubunda gözlendi.
SONUÇ: Farklı tekniklerle uygulanan üniversal bağlayıcı sistemlerin dentine bağlanma dayanımları kullanılan materyale göre değişiklik gösterebilir. Asitle-yıka tekniğin kullanılması üniversal bağlayıcı ajanların dentine olan bağlanma dayanımını olumsuz etkilemektedir.
Kliniğimizin acil servisine, ani başlayan idrar yapamama ve kasık ağrısı şikayeti ile 74 yaşında bir hasta başvurdu. Hastanın genel fizik muayenesi normaldi ancak yapılan dış genital sistem ...muayenesinde komplet labial füzyon tespit edildi. Labial füzyon, labium minusların birbirine tam ya da kısmi olarak yapışması olarak tanımlanan bir durumdur ve genellikle prepubertal dönemde görülmektedir. Postmenapozal dönemde ise çok nadir olarak gelişmektedir. Genel anestezi altında acil olarak cerrahi işlem uygulanan hastanın operasyon sonrası şikayetleri kayboldu. Komplet labial füzyon, kadın hayatının hangi döneminde olursa olsun genellikle, idrar tutamama ve idrarını boşaltma fonksiyonunda bozukluk bulguları ile kendini gösterir. Literatür araştırmamız ve kendi olgumuz göstermektedir ki; postmenapozal dönemde ortaya çıkan labial füzyon prepubertal dönemin aksine, genellikle medikal tedaviye dirençlidir. Böyle olgulara cerrahi işlem uygulandığında dramatik bir şekilde iyileşme olmaktadır.
Bu çalışmada, sentezlenen organik esaslı magnezyum bileşiği ile bitümün modifiye edilmesi ve katkı maddesinin bitümün reolojik özelliklerine etkisi araştırılmıştır. Katkı maddesinin etkisi viskozite, ...penetrasyon, yumuşama noktası, dinamik kesme reometresi (DSR), döner ince film etüvü (RTFOT), basınçlı oksidasyon kabı (PAV), çubuk eğme reometresi (BBR), fark taramalı kalorimetre (DSC) ve diferansiyel yüzey analizi (DSA) testleri ile incelenmiştir. Organik esaslı magnezyum bileşiği bitümün penetrasyonunu arttırmış, yumuşama noktasını azaltmıştır. Aynı zamanda yüzey gerilimini de azaltarak bitümün agregayı kaplama yeteneğini arttırmıştır.
Performansa ilişkin Nicholson soyulma ve Marshall testleri uygulanmıştır. Deneysel çalışmaların sonuçlarına göre sentezlenen katkı maddesinin bitüm-agrega ara yüzeyindeki adezyon özelliğini iyileştirerek bitümün soyulma direncini arttırdığı belirlenmiştir.
Non thermal plasma processing is an alternative technology that has been used to improve surface properties of food contacting materials in many applications. Plasma modification can lead to final ...products with enhanced properties characterized by desired bulk and surface properties. It is just possible to obtain regular surface characteristics by optimizing the plasma conditions such as plasma frequency and power, reactor geometry, monomer type, flow rate, pressure and exposure time. In this review, theoretical background, characteristics and feasibility of plasma technologies applied to food industry were discussed. The influence of various plasma parameters on the plasma processes was described in detail. The future trends of plasma technologies in food industry were evaluated based on the integration of this technology with various food applications.
Isıl olmayan plazma süreçleri gıda ile temas eden yüzeylerin özelliklerini çok geniş bir yelpazede geliştirmek için kullanılan alternatif bir teknolojidir. Plazma ile yüzey özellikleri değiştirilen materyal hedeflenen doğrultuda yığın ve yüzey özelliklerine sahip olmaktadır. Plazmanın karmaşık doğal yapısı gereği, bir materyal yüzeyinde hedeflenen amaca yönelik homojen bir modifikasyonun gerçekleştirilebilmesi ancak plazma frekansı, reaktör geometrisi, kullanılan monomerin kimyasal yapısı, basınç, monomer akış hızı, plazma gücü ve uygulama süresi gibi plazma koşullarının kontrol edilmesiyle mümkün olmaktadır. Bu araştırmada plazma teknolojilerinin temel prensipleri, özellikleri ve gıda endüstrisinde kullanım potansiyelleri irdelenmiştir. Farklı plazma ölçütlerinin uygulamaya etkileri ayrıntılı bir şekilde tanımlanmıştır. Plazma teknolojilerinin farklı gıda uygulamalarıyla bütünleştirilmesi için araştırmaların ne yönde gelişime ihtiyaç duyduğu araştırmada ayrıca vurgulanmıştır.